EVRENİN SIRRI-4 : KAİNATIN TILSIMI : BÖLÜM 4/10
Ey sersem nefsim ve ey pür-heves arkadaşım ! Acaba zannediyor musunuz ki, hayatınızın gayesi ve vazifeniz ; yalnız avrupa terbiyesi ile güzelce maddi vücudunuzu muhafaza etmek, ayıb olmasın, mide ve fercin hizmetine mi münhasırdır ?
Yahut zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde dercedilen şu nazik latifeler, duygular ve maneviyat ve şu hassas a’zâ ve âletler ve şu muntazam cevherler ve cihazlar ve şu meraklı hasseler ve hissiyatın yegâne gâyesi, şu fâni hayatta rezil nefsin alçak heveslerinin tatmini için kullanmaya mı münhasırdır?
Hâşâ ve kellâ !
Belki vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların yerleştirilmesinin gayesi iki esastır:
Biri:
Nimetlerin Hakiki Sahibi Cenab-ı Hakk’ın bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini size hissettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip, şükür ve ibadetini etmelisiniz.
İkincisi:
Âleme tecelli eden İlahi Kudsi İsimlerin bütün tecelliyatının aksamını, birer birer, size o cihazlar vasıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.
İşte bu iki esas üzerine insanın kemalâtı, faziletleri gelişip büyür. Bununla insan, insan olur.
İnsaniyetin cihazları, hayvan gibi dünya hayatını kazanmak için verilmemiş olduğuna şu temsil sırrıyla bak:
Meselâ, bir zât bir hizmetçisine 20 altın verdi; tâ ki özel bir kumaştan kendisine bir kat elbise alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın a’lâsından mükemmel bir elbise aldı, giydi.
Sonra gördü ki: O zât, diğer bir hizmetkârına 1000 altın verip, bir kâğıt içinde bazı şeyler yazılı olarak onun cebine koydu, ticarete gönderdi.
Şimdi, her aklı başında olan bilir ki; o sermaye, bir kat elbise almak için değil. Çünki evvelki hizmetkâr, 20 altınla en a’lâ kumaştan bir kat elbise almış olduğundan, elbette bu 1000 altın, bir kat elbiseye sarfedilmez.
Şayet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya bir kat elbise için verip, hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının elbisesinden elli derece aşağı bir elbise alsa, elbette o hizmetkâr nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için şiddetle ceza görecek ve hiddetle edeblendirilecektir.
Ey nefsim ve ey arkadaşım !
Aklınızı başınıza toplayınız. Ömür sermayenizi ve hayatınızın istidadlarını hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu fâni hayata ve maddi lezzetlere sarfetmeyiniz.
Yoksa sermayece en a’lâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en alçağından elli derece aşağı düşersiniz.
Ey gafil nefsim! Senin hayatının gayesini ve hayatının mahiyetini, hem hayatının suretini, hem hayatının sırr-ı hakikatını, hem hayatının kemal-i saadetini bir derece anlamak istersen, bak:
Senin hayatının gayelerinin icmali, özeti dokuz iştir :
Birincisi şudur ki:
Senin vücudunda konulan duyguların terazileriyle, Allahın rahmet hazinelerinde hazırlanan nimetleri tartmaktır ve küllî şükretmektir.
İkincisi:
Senin fıtratında, yaratılışında konulan cihazların anahtarlarıyla Allah’ın Kudsi İsimlerinin gizli definelerini açmaktır, Zât-ı Akdes’i o Esma (Güzel İsimleri) ile tanımaktır.
Üçüncüsü:
Şu dünya sergisinde, mahlukat nazarında, İlahi İsimlerin sana taktıkları garib san’atlarını ve latîf tecellilerini “bilerek” hayatınla teşhir edip göstermektir.
Dördüncüsü:
Lisan-ı hal ve kâlinle (tavırların ve dilinle) seni Yaradan Hâlıkının Rububiyet dergahına kulluğunu ilân etmektir.
Beşincisi:
Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları, resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun eserlerinin iltifatını gösterdiği gibi, sen dahi İlahi İsimlerin tecellilerinin sana verdikleri insani duygular süsleriyle “bilerek” süslenip o Şahid-i Ezelî’nin görmek ve şahid göstermek nazarına görünmektir.
Altıncısı:
Hayat sahibi canlıların hayatın tezahürleri denilen, Yaradan’larına tahiyyatları; ve rumuzat-ı hayatiye denilen, Sanatkârlarına tesbihatları ve hayatın gayeleri ve neticeleri denilen, Hayatı Veren Allah’a kulluklarını arzetmeyi “bilerek” müşahede etmek, tefekkür ile görüp şehadetle göstermektir.
Yedincisi:
Senin hayatına verilen cüz’î ilim ve kudret ve irade gibi sıfat ve hallerinden küçük numunelerini vâhid-i kıyasî (kıyas ve ölçü birimi) alarak, Hâlık-ı Zülcelal’in mutlak (sınırsız, kayıtsız) sıfatlarını ve mukaddes keyfiyetlerini o ölçüler ile bilmektir.
Meselâ sen cüz’î iktidarın ve cüz’î ilmin ve cüz’î iraden ile bu hâneyi, evi muntazam yaptığından, şu âlem sarayının senin hânenden büyüklüğü derecesinde, şu âlemin Ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir olarak bilmek lâzımdır.
Sekizincisi:
Şu âlemdeki mevcudatın, varlıkların herbiri kendine mahsus bir dil ile Yaradan’ının varlığına, birliğine ve Sanatkarının rububiyet ve idaresine dair “manevî sözlerini” anlamaktır.
Dokuzuncusu:
Acz ve za’fın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle İlahi Kudretin ve Rabbani Zenginliğin tecelliyat derecelerini anlamaktır. Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın enva’ı miktarınca, yiyeceğin lezzeti ve dereceleri ve çeşitleri anlaşılır.
Onun gibi sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, Allah’ın nihayetsiz kudret ve gınasının derecelerini anlamalısın.
İşte senin hayatının gayeleri, icmalen bunlar gibi işlerdir…
Şimdi kendi hayatının mahiyetine bak ki, o mahiyetinin icmali şudur :
Allah’ın Esmasına (güzel isimlerine) ait harikaların fihristesi,
hem İlahi şuun ve sıfâtların bir mikyası, ölçü aleti,
hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı, terazisi,
hem bu büyük kainat âleminin bir listesi,
hem şu kâinatın bir haritası,
hem şu büyük kainat kitabının bir fezlekesi, neticesi,
hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi,
hem mevcudata serpilen ve vakitlere takılan kemalâtının bir ahsen-i takvimidir (en güzel surette yarattığı nümunesidir)…
İşte hayatının mahiyeti bunlar gibi emirlerdir.
Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki :
Hayatın yazılmış bir kelimedir. Kudret Kalemiyle yazılmış, hikmetler ve gayeler dolu bir sözdür.
Görünüp ve işitilip, Esma-i Hüsnaya delalet eder. İşte hayatının sureti bu gibi işlerdir…
Şimdi hayatının sırr-ı hakikatı şudur ki :
Tecelli-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir (aynalıktır). Yani bütün âleme tecelli eden Esmânın odak noktası hükmünde bir câmiiyetle Zât-ı Ehad-i Samed’e âyineliktir.
Şimdi hayatının saadet içindeki kemali ise :
Senin hayatının aynasında temessül edip yansıyan Şems-i Ezelî’nin (Ezeli Güneş, Cenab-ı Allah’ın) nurlarını hissedip sevmektir.
Şuur sahibi olarak ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir.
İşte bu sırdandır ki, seni a’lâ-yı illiyyîne (Allah’ın indinde en yüksek derecelere) çıkaran bir Hadîs-i Kudsînin meal-i şerifi olan:
مَنْ نَه گُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَات و زَم۪ينْ ٭ اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بَقَلْبِ مُؤْمِن۪ينْ
denilmiştir.
(Ben Göklere ve Yere sığmam, fakat Mümin Kulumun kalbine sığarım).
İşte ey nefsim ! Hayatının böyle ulvî gayelere müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazineleri câmi’ olduğu halde, hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki:
Hiç-ender-hiç olan muvakkat, geçici nefsani hazlara, geçici dünyevi lezzetlere sarfedip zayi’ edersin !
Eğer zayi’ etmemek istersen, geçen temsil ve hakikata işaret eden
وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا ٭ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا ٭ وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا ٭ وَ الَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا ٭ وَ السَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَا ٭ وَ الْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا ٭ وَ نَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا ٭ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَ تَقْوٰيهَا ٭ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا ٭ وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا ٭
Suresindeki kasem ve cevab-ı kasemi düşünüp amel et.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى شَمْسِ سَمَٓاءِ الرِّسَالَةِ وَ قَمَرِ بُرْجِ النُّبُوَّةِ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ اَصْحَابِه۪ نُجُومِ الْهِدَايَةِ وَ ارْحَمْنَا وَ ارْحَمِ الْمُؤْمِن۪ينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ اٰم۪ينَ اٰم۪ينَ اٰم۪ينَ
(Bediüzzaman Said Nursi Hz’nin Sözler eserinden 11.Söz’den anladığım hususları izahlı olarak burada paylaştım.)
Dr. Ali Kemal Pekkendir
ODTÜ Makina-82, Birmingham Uni-99
Windsor, İngiltere
Akpekkendir@yahoo.com
…..
