ONBİRİNCİ BÜRHAN

Allah’ın varlığına ve birliğine
ONBİRİNCİ BÜRHAN
 
Gel ey arkadaş ! Şimdi sana geçmiş olan on bürhan kuvvetinde kat’î bir bürhan daha göstereceğim.
 
Gel, bir gemiye bineceğiz, şu uzakta bir cezire (yarımada) var, oraya gideceğiz.
 
(Haşiye-19): Gemi tarihe ve cezire ise Asr-ı Saadet’e (Peygamberimizin yaşadığı devreye) işarettir. Şu asrın zulümatlı (karanlık dinsizlik ve zulüm) sahilinde, mimsiz medeniyetin (avrupa’nın alçak ve dine düşman kısmının) giydirdiği libastan (elbiseden yani zihniyetten) soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer sefinesine (gemisine) binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziretü’l-Arab (Arab Yarımadası) meydanına çıkıp, Fahr-i Âlem’i (a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki;
 
O zât o kadar parlak bir bürhan-ı tevhiddir (Allah’ın varlığı ve birliğini isbat ve ilan eden bir delildir) ki, zeminin (yeryüzünün) baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalalet zulümatını (karanlıklarını ve zulümlerini) dağıtmıştır.)
 
Çünki bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye (Arab yarımadasına) bakıyor, oradan birşeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.
 
İşte bak gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak pek büyük bir içtima (toplantı) var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal (büyük bir merasim) görünüyor. İyi dikkat et.
 
Bu cem’iyet-i azîmenin (büyük cemiyetin, yani 124.000 Sahabenin ve milyarlar Ümmet-i Muhammed’in) bir Reisi var.
Gel daha yakın gideceğiz. O Reisi tanımalıyız. İşte bak ne kadar parlak ve binden ziyade nişanları var.
(Haşiye-20): Bin nişan ise, ehl-i tahkik (araştırmacı islam âlimleri) yanında bine baliğ olan (bine erişmiş) Mu’cizat-ı Ahmediyedir (a.s.m.), Peygamberimize Rabbimizce verilmiş mucizelerdir).
 
Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. Şu onbeş gün zarfında, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim. Sen de benden öğren.
 
Bak o zât, şu memleketin mu’ciznüma (mucizeler gösteren) Sultanından bahsediyor. “O Sultan-ı zîşan, beni sizlere gönderdi” söylüyor.
 
Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şübhe bırakmıyor ki, bu zât o Padişahın bir memur-u mahsusudur (özel memurudur).
Sen dikkat et ki; bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki (arabistan’daki) mahluklar dinliyorlar, belki hârikulâde suretinde bütün memlekete (bütün dünyaya) işittiriyor. Çünki uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor.
 
Değil yalnız insanlar dinliyor, belki hayvanlar da hattâ bak dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi (kevser suyu çeşmesi) gibi yapar; ondan âb-ı hayat (susuz kalmış ordusuna yani Sahabilerine) içiriyor.
Bak, şu sarayın kubbe-i âlîsinde (yüksek kubbesinde yani gökyüzünde) Mühim Lâmba, onun işaretiyle, bir iken ikileşiyor.
 
(Haşiye-21): Mühim lâmba Kamer’dir (Ay’dır) ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani: Mevlâna Câmî’nin dediği gibi; “Hiç yazı yazmayan o ümmi zât, parmak kalemiyle sahife-i semavîde (gökyüzü sayfasında) bir elif yazmış; bir kırkı, iki elli yapmış.” Yani; şakktan (ayı ikiye bölmesinden) evvel, kırk olan mime benzer; şakktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nuna benzedi.)
 
Demek, bu memleket bütün mevcudatıyla (varlıklarıyla) onun memuriyetini tanıyor. Onu “gaybî bir zât-ı mu’ciznümanın (kendisi görünmeyen ama mucizeler gösteren Sultanın) en has ve doğru bir tercümanıdır, bir dellâl-ı saltanatı (kainattaki saltanatının, hakimiyetinin ilancısı) ve tılsımının keşşafı (kainatın ve insanlığın yaratılmasındaki gaye ve hikmetlerin keşfedicisi) ve evamirinin (emirlerinin) tebliğine Emin bir Elçisi” olduğunu biliyor gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.
 
İşte bu zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar:
 
“Evet, evet doğrudur” derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran büyük Nur Lâmbası, o zâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle, “Evet, evet her dediğin doğrudur” derler.
(Haşiye-22): Büyük bir nur lâmbası Güneş’tir ki; arzın şarktan (dünyanın doğudan) geri dönmesiyle yeniden Güneş’in görünmesi, kucağında Peygamber’in (A.S.M.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (R.A.) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edaen (vaktinde) kılmış.)
 
İşte ey sersem arkadaş ! Şu Padişahın hazine-i hâssasına mahsus bin nişan taşıyan (Kainatın Sultanının izin ve kudretiyle Peygamberine verilen 1000 mucizeli) şu nuranî ve muhteşem ve pek ciddî zâtın bütün kuvvetiyle bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde (kabul edip onayladığı ve) bahsettiği bir Zât-ı Mu’ciznümadan (mucizeler yaratan Allah’tan) ve zikrettiği evsafından (vasıfları, isim ve sıfatlarında) ve tebliğ ettiği evamirinde (emirlerinde), hiçbir vecihle hilaf (zıdlık, yanlış) ve hile bulunabilir mi?
 
Bunda hilaf-ı hakikat kabilse (bu gerçeklerin zıddı mümkünse); şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati hem vücudlarını, hem hakikatlarını tekzib etmek (yalanlamak) lâzım gelir.
 
Eğer haddin varsa buna karşı itiraz parmağını uzat. Gör, nasıl parmağın bürhan kuvvetiyle kırılıp, senin gözüne sokulacak.
 
Sözler – 287
Bediüzzaman Said Nursi r.a.
(Parantez içindeki izahlar ve lügatlar bana aittir)
Dr. Ali Kemal Pekkendir
ODTÜ Makina-82, Birmingham Uni-99
 
 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir