SEKİZİNCİ BÜRHAN :

(TEVHİDE) SEKİZİNCİ BÜRHAN :
 
Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl (akıllı) zanneden akılsız arkadaş !
 
Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun ! Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor.
 
Bütün bu şeylerin şehadetini (şahitliğini, delil ve isbat edici olmasını) nasıl tekzib ediyorsun (yalanlıyorsun) !
Öyle ise, bu sarayı da inkâr et ve “Âlem yok, memleket yok” de ve kendini de inkâr et, ortadan çık.
Yahut aklını başına al, beni dinle!
 
İşte bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak (aynı halde devam eden) unsurlar, madenler var.
 
(Haşiye-14): Unsurlar, madenler ise pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbanî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlahî ile herbir yere giren, meded veren (yardım eden) ve hayatın levazımatını (hayata gerekli maddeleri) yetiştiren ve zîhayatı (canlıları) emziren ve masnuat-ı İlahiyenin (ilahi sanat eserlerinin) nescine (dokunmasına), nakşına menşe ve müvellid (kaynak) ve beşik olan Hava, Su, Ziya, Toprak unsurlarına işarettir.)
 
Âdeta memleketten çıkan herşey, o maddelerden yapılıyor.
 
Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da (ürünler de) onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.
 
Hem bak, bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş (dokunan nakışlı süslü) kumaşlar, bir tek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden (hazırlayan) ve ip haline getiren, elbette bilbedahe (apaçıktır ki) birdir.
 
Çünki o iş, iştirak (başka ellerin karışmasını) kabul etmez.
 
Öyle ise bütün nescolunan (dokunan) san’atlı şeyler, Ona mahsustur.
 
Hem de bak, bu dokunan, yapılan şeylerin herbir cinsi, bütün memleketin her tarafında bulunuyor; bütün ebna-yı cinsleriyle (yani aynı cinsten olan bütün çiçekler, yapraklar, meyveler) öyle intişar etmiş (dünyanın heryerine yayılmış); beraber olarak birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor, nescediliyor.
 
Demek bir tek Zâtın işidir, bir tek emirle hareket ediyor. Yoksa böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette (bir tek aynı şekil ve tasarımda) ittifak ve muvafakat, muhaldir (benzer ve uyumlu olması imkansızdır… yani Amerika’daki Gül ve Almanya’daki Gül ile Artvin’deki Gül’ün benzer, aynı tasarım ve şekil ve koku’da olması, aynı Usta’nın, tek bir Sanatkârın kudret elinden çıktığını gösteriyor).
 
Öyle ise bu san’atlı şeylerin herbirisi, O Gizli Zâtın bir ilânnamesi hükmünde, onu gösteriyor.
Güya herbir çiçekli kumaş (mesela Lâle), herbir san’atlı makine (mesela Kelebek), herbir tatlı lokma (mesela Kayısı), o mu’ciznüma Zâtın (mucizeler yaratan Rabbimizin) birer sikkesi, birer hâtemi (mührü), birer nişanı, birer turrası (imzası) hükmünde; lisan-ı hal ile (şekli ve vazifeleri ile) herbirisi der:
 
“Ben kimin san’atıyım, bulunduğum sandıklar ve dükkânlar (yani ağaçlar ve bahçeler ve bağlar) da Onun mülküdür.”
Ve herbir nakış der: “Beni kim dokudu ise, bulunduğum top (kumaş rulosu) da onun dokumasıdır.” (Yani bir lâleyi yaratan, o bahçedeki tüm lâleleri yaratandır).
 
Herbir tatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa, bulunduğum kazan dahi onundur.” (Yani bir tek kayısıyı yaratan, yeryüzündeki tüm kayısıları yaratan olabilir).
 
Herbir makine der: “Beni kim yapmış ise, memlekette intişar eden bütün emsalimi (benzerlerimi) de O yapıyor ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren, Odur. (Yani bir kelebeğin mucidi, yaratıcısı yeryüzündeki tüm kelebeklerin, hatta tüm kuşların, tüm hayvanların da mucidi ve yaratıcısıdır).
 
Demek memleketin mâliki de odur.
 
Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir.” (Evrenin ve Dünyanın Sahibi, Mâliki kim ise, bir tek Kelebeği yapan da Odur).
 
Meselâ, nasıl mîrîye (devlete, orduya) mahsus tek bir palaska veyahut bir tek düğmeye mâlik olmak için, onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakikî mâlik olsun. Yoksa o boşboğaz başıbozuktan, “mîrî (devlet) malıdır” diye elinden alınıp, tecziye edilir (sahipsizdir veya benimdir diye iddia edene cezası verilir).
 
Elhasıl: Nasıl bu memleketin anasırı (unsurları), memlekete muhit (kaplayan, heryere yayılmış) birer maddedir.
Onların mâliki de, bütün memlekete mâlik bir tek Zât olabilir.
 
Öyle de, bütün memlekette intişar eden san’atlar, birbirine benzediği ve bir tek sikke (benzerlik damgası) izhar ettikleri (gösterdikleri) için, bütün memleket yüzünde intişar eden (yayılmış) masnular (sanatlı mahluklar), herbir şeye hükmeden Tek Bir Zâtın san’atları olduğunu gösteriyorlar.
 
İşte ey arkadaş ! Madem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır; bir vahdet sikkesi (birlik imzası) var. Çünki bir kısım şeyler, bir iken; ihatası var (memlekete yayılmışlar).
 
Bir kısım, müteaddid (türlü türlü) ise -fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu için- bir vahdet-i nev’iye (türde birlik, aynı türden olmayı) gösteriyor.
 
Vahdet (birlik, benzerlik) ise, bir Vâhidi (Bir Tek Allahı) gösterir. Demek ustası da, mâliki de, sahibi de, sâni’i de bir olmak lâzım gelir.
 
Bununla beraber sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan (görünmeyen alemden) kalınca bir ip çıkıyor.
(Haşiye-15): Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise, dallarına ve ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksamına ve meyvelerin enva’ına işarettir.)
 
Bak, sonra binler ipler ondan uzanmış. Herbir ipin başına bak:
Birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor.
Acaba bilir misin ki, böyle garib bir gayb perdesinden, böyle acib (harika) ihsanatı, hedayayı (hediyeleri) şu mahluklara uzatan Zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek, ne kadar divanece bir harekettir.
Çünki onu tanımazsan bilmecburiye (mecburiyetle) diyeceksin ki:
 
“Bu ipler; uçlarındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar.”
O vakit her ipe, bir padişahlık manasını vermek lâzım gelir. Halbuki gözümüzün önünde bir dest-i gaybî (görünmeyen gizli bir kudret eli), o ipleri dahi yapıp o hedayayı (hediyeleri, yani meyveleri ve çiçekleri) onlara takıyor.
Demek bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyade, o mu’ciznüma (mucizeler yaratan) Zâtı gösteriyor.
Onu tanımazsan, bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.
 
Said Nursi r.a.
Sözler – 284-285
(Parantez içindeki lügatler ve izahlar bana aittir).
 
 
19

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir