22. SÖZ GİRİŞ : Allah’ın varlığını ve birliğini isbat eder.

Yirmiikinci Söz
(Allah’ın Varlığını ve Birliğini isbat eder)
Birinci Makam
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ٭ وَ تِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki; acib (harika ve garib) bir âleme götürülmüşler.

Öyle bir âlem ki, kemal-i intizamından (mükemmel düzenli olması sebebiyle) bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.

Kemal-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki: Bir cihette (yönden) bakılsa azîm (büyük, geniş) bir âlem görünüyor.

Bir cihette bakılsa, muntazam bir memleket…

Bir cihette bakılsa, mükemmel bir şehir…

Diğer bir cihette bakılsa, gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır.

Şu acaib âlemde gezerek seyran ettiler.

Gördüler ki: Bir kısım mahluklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.
O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki:

“Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri (idarecisi) ve şu muntazam memleketin bir mâliki (sahibi), şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna’ (sanatlı) sarayın bir ustası vardır.

Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünki anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur.

Onu tanımazsak kim bize meded verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahluklardan ne bekleyebiliriz?

Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenatın enva’ıyla (her tür süsler ve guzelliklerle) tezyin eden (süsleyen) ve ibretnüma (ibret veren) mu’cizatlarla donatan bir zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır.”

Öteki adam dedi: “İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zât bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin.”
Arkadaşı cevaben dedi ki:

“Bunu tanımazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek azîmdir. Onun için ona karşı lâkayd kalmak, hiç kâr-ı akıl değildir.”

O serseri adam dedi: “Ben bütün rahatımı, keyfimi; onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, “tesadüfî ve karmakarışık” işlerdir, “kendi kendine” dönüyor; benim neme lâzım.”

Akıllı arkadaşı ona dedi:

“Senin bu temerrüdün (inadın) beni de, belki çokları da belaya atacaktır. Bir edebsizin yüzünden, bazen olur ki, bir memleket harab olur.”

Yine o serseri dönüp dedi ki: “Ya kat’iyyen bana isbat et ki; bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sâni’i vardır. Yahut bana ilişme.”

Cevaben arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahre giriftar edeceksin (belaya, musibete uğratacaksın).

Ben de sana oniki bürhan (delil) ile göstereceğim ki: Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahluklar onun memurlarıdır.”

Sözler – 279 (1926’da yazılmıştır)
Dizi yazıdır… Devamı var….

(Ateist, Deist Gruplarında yayınlanmıstır)

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir