Kur’an’da Hz. Muhammed’in peygamberliğine delil yoktur diyen “Hristiyan Çerkezler” kod adlı misyonere cevabımızdır :
SAHABİLER İLE İLGİLİ AYETLER :
Enfâl Sûresi / 72.Ayet :
İman edip de hicret edenler, Allah yolunda (İslâm’ı savunma ve onu hayata hâkim kılma uğrunda) mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar, (şimdilik mirasta)* birbirinin velîleridir. İman edip de hicret etmeyen (müşriklerle yaşayan)lara (gelince), hicret edinceye kadar sizin için onlara velî olmak (ve miras bırakmak) diye bir şey yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme karşı olmamak şartıyla (onlara) yardım etmek size borçtur. Allah işlediklerinizi hakkıyla görendir.
(* Muhacirlerle Ensar, İslâm kardeşliği ile birbirine mirasçı olurlardı. Bu durum 33/6 ve diğer miras âyetleriyle yeniden hükme bağlanmıştır.)
Enfâl Sûresi / 74.Ayet:
İman edip de Allah yolunda cihad edenler, hicret edenler ve (hicret eden mü’minleri) barındıranlar ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.
Tevbe (Berâe) Sûresi / 100.Ayet:
(İslâm’a hizmette) öne geçen Muhacirler ve Ensâr* ile iyilikte onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da O’ndan razı olmuşlardır. (Allah) onlara alt tarafından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırladı. Bu en büyük kurtuluş (ve saadet)tir.
(* Muhacirler, müslüman olmalarından ve İslâm’a uygun yaşamak istemelerinden dolayı Mekke’den müşriklerin/putperestlerin çeşitli baskı ve zulümleri sebebiyle Medine’ye hicret eden müslümanlardır. Ensar da bu muhacirlere yardım eden Medine’deki müslümanlardır.)
Tevbe (Berâe) Sûresi / 117.Ayet :
Andolsun ki Allah, Resûlü’nü (münâfıkların savaşa gitmeyenlerine izin vermesi yüzünden affettiği gibi) güçlük zamanında ona uyan Muhacirler ile Ensar’ı içlerinden bir kısmının kalpleri neredeyse kayacak duruma geldikten sonra tevbeye muvaffak kıldı. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O çok şefkatli, çok merhametlidir.
Ahzâb Sûresi / 6.Ayet :
O Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha evladır (yakındır). Onun zevceleri de (mü’minlerin) anneleridir. Akraba olanlar, Allah’ın kitabında birbirlerine mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. (Miras artık akrabayadır.)* Ancak dostlarınıza bir iyilik (bir vasiyet) yapmanız hariçtir. Bu (hüküm), Kitab’da yazılmıştır.
(* Bu âyetle, hicretin ilk yıllarındaki, Ensar ile Muhacirler arasındaki din kardeşliğine bağlı olan mirasçı olunma durumu kalkmış, bu ancak vasiyet hükmüne bağlanmıştır.)
Haşr Sûresi / 8.Ayet :
(Bir de bu ganimetler,) hicret eden fakirlere aittir. Onlar, Allah’tan bir lütuf ve bir rıza ararlarken, hem de Allah’a ve Resûlü’ne (malları ve canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. İşte bunlar, (iman ve mücadelelerinde) doğru olanların ta kendileridir.
Haşr Sûresi / 9.Ayet :
Onlardan önce (Medine’yi) hem yurt hem de iman (İslâm) evi edinen kimseler (Sahabeler), kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir sıkıntı) duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, (onları) öz canlarına tercih (isâr) ederler.
(Medine’ye hicret olayının temelinde, gerçek vatanın müslümanın doğduğu fakat küfrün hâkim olduğu yerden ziyade, imanının gereği gibi rahatça yaşayacağı yer olduğu gözükmektedir.
Kim (mala karşı) nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir.)
Mümtehine Sûresi / 10.Ayet :
Ey iman edenler! Mü’min kadınlar göç ederek (mü’miniz diye) size geldikleri vakit onları imtihan edin. Allah onların imanını (sizden) daha iyi bilir ya!
Eğer siz de o kadınların mü’min olduklarını bilirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar, onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kâfir kocalarının kendilerine) sarf ettikleri (mehirleri)ni onlara geri verin. (Siz de) mehirlerini verdiğiniz zaman, onları nikâhlamanızda üzerinize bir günah yoktur. Kâfir (müşrik kalan veya kâfirlere kaçıp giden) kadınların ismetlerini (nikâh bağlarını elinizde) tutmayın. Onlara sarf ettiğiniz (mehr)i (gittikleri kâfir kocalarından) isteyin. Onlar da (size hicret eden mü’min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda (her şeye) O hüküm verir. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Münâfikûn Sûresi / 7.Ayet :
Onlar (fâsıklar) öyle kimselerdir ki: “Allah’ın Resûlü’nün yanındaki (fakir muhacir)lere nafaka vermeyin ki dağılıp gitsinler.” derler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar.
(Peygamber, Benî Mustalik gazvesinde iken, Müreysî suyunun başındaki su sırası yüzünden muhacirlere edepsizce dil uzatan münâfıklar.)
MUHAMMED (s.a.v.) ADI GEÇEN ÂYETLER :
Âl-i Imrân Sûresi / 144.Ayet :
Muhammed, sadece bir resûldür: Ondan önce de peygamberler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde (eski dininize) gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim böyle ökçeleri üzerinde geriye dönerse elbette Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükrü yerine getiren (muvahhid)lerin mükâfatını verecektir.
(Uhud gazvesinde müşrik Abdullah b. Kâmi‘a’nın attığı taş ile Resûlullah’ın mübarek yüzü yaralanmış, dişi kırılmıştı. Bunun üzerine o, “Onu öldürdüm.” diye yalan yaymıştı da bu yüzden ashab paniğe kapılmıştı. Bunun üzerine bu âyet indirildi. Ayrıca Peygamberimiz (sas.) vefat edince başta Hz. Ömer olmak üzere sahabe müthiş bir üzüntü içinde idi ki Hz. Ebû Bekir bu âyeti okuyunca hepsi gerçeği kabullenip sakinleştiler.)
Ahzâb Sûresi / 40.Ayet :
Muhammed, adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir; fakat o Allah’ ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Fetih Sûresi / 29.Ayet :
Muhammed Allah’ın Resûlü’dür.
(Bu âyet-i kerîme ile de Allahu Teâlâ, Hz. Muhammed’in kendisinin resûlü olduğunu tasdik etmektedir.)
Onunla beraber olan (mü’min)ler, kâfirlere/İslam karşıtlığı yapanlara karşı çok şiddetli, kendi aralarında ise çok şefkatlidirler.
Onların (namazda) rükû yaptıklarını (ve) secde ettiklerini görürsün. Onlar, Allah’tan (daima) lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin eserinden (meydana gelen) nişanları vardır. (Bu mânevî bir nişandır.) Tevrat’taki vasıfları budur.
İncil’deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini çıkaran, derken onu (filizini) kuvvetlendiren, kalınlaşan, zamanla gövdesi üzerinde doğrulup dikilen bir ekin gibidir ki ekincilerin hoşuna gider, (Allah Resûlü’nün ashâbı ile birlikte böyle gelişip kuvvetlenmesinin misalle anlatılması) kâfirleri öfkelendirmek içindir.
Allah, içlerinden iman edip de sâlih amel işleyenlere, mağfiret ve büyük mükâfat vaadetmiştir.
(Hz. Muhammed s.a.v. ile beraber olmayı kabul eden sahâbîler ve İslâm dininde insanlık için gerekli olan bütün şartların bulunduğunu gören ecdadımız, sekizinci asırda müslüman olup İslâm’a karşı açık veya gizli düşmanlık edenlere karşı sert ve vakarlı olmuşlar; şirk, küfür ve tâğûtla mücadele edip tevhîdi hâkim kılmayı gaye edinmişler, birbirlerine karşı da oldukça merhametli olmuşlardır.
Bütün kâfir grupları da böyle iman, sevgi ve birlik içinde gelişen bir İslâm toplumuna karşı burada olduğu gibi devamlı öfke ve kin içinde olmuşlardır).
Mealler: Feyz-ül Kur’an Meali, Prof.Dr. Hasan Tahsin Feyizli
(PEYGAMBERLİK DELİLLERİNDEN)
Yedincisi:
Âl (Peygamberimizin ailesi, nesli, ehli beyti) ve Ashab (Sahabeler) namında
ve nev’-i beşerin Enbiyadan (Nebilerden) sonra feraset ve dirayet ve kemalâtla en meşhuru ve en muhterem ve en namdarı ve en dindar ve keskin nazarlı taife-i azîmesi;
kemal-i merak ile ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle, bu Zâtın (Hz. Muhammed’in) bütün gizli ve aşikâr hallerini ve fikirlerini ve vaziyetlerini taharri (araştırma) ve teftiş ve tedkik etmeleri neticesinde;
bu Zâtın dünyada en sadık
ve en yüksek
ve en haklı
ve hakikatlı
olduğuna ittifak ile ve icma’ ile sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları,
güneşin ziyasına delalet eden gündüz gibi bir delildir, diye anladı.
Şualar – 130
Said Nursi r.a.
İşte 124.000 Sahabe’nin (r.a.e.) toplu icmâ ve konsensusu, Hz. Muhammed’in Peygamberliğini isbat eden yüzlerce delilden sadece bir tanesidir…
Derleyen: Dr. Ali Kemal Pekkendir