RUHLARIN GÖKLER (UZAY) VE CENNET’TE SEYAHATLERİ :
…Bir hadîs-i şerifte
“Ehl-i Cennet ruhları, berzah âleminde yeşil kuşların cevflerine (içine) girerler ve Cennet’te gezerler”
diye işaret ettiği طُيُورٌ خُضْرٌ tesmiye edilen (adlandırılan) Cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar- bir cins Ruhların tayyareleridir.
Onlar bunların içine emr-i Hak’la girerler, âlem-i cismaniyatı (Cennetin maddi güzelliklerini ve Evrenin yıldızlarını) seyredip, o hayatdar cesedlerdeki göz, kulak gibi duyguları ile, âlem-i cismanîdeki mu’cizat-ı fıtratı (maddi evrendeki yaratılış mucizelerini) temaşa ediyorlar.
(Sözler – 505)
Bazı hadislerin işaratıyla ve intizam-ı âlemin (evrendeki düzenin) hikmetiyle denilebilir ki:
Bir kısım seyyar hareketli cisimler, gezegenlerden yıldızlardan tut tâ katrelere kadar, bir kısım melaikenin merkebleridirler (binekleridir)… Onlar bunlara izn-i İlahî ile binerler, bu âlem-i şehadeti (görünen evreni) seyredip gezerler.
Hem denilebilir ki, bir kısım hayvanlar, hadîste “Tuyurun Hudrun” (Yeşil Kuşlar) diye isimlendirilen Cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar bir cins ruhların tayyareleridirler.
O ruhlar, bu kuşların içine emr-i Hak ile girerler, maddi âlemi ve Cenneti seyran edip (gezip) o kuşların bedenlerindeki hâsselerin pencereleriyle, evrendeki yaratılış mucizelerini temaşa ederler.
Elbette karanlık topraktan ve bulanık sudan mütemadiyen latif ince hayatı ve nuraniyetli idrak, akıl sahibi mahlukatı yaratan Hâlık’ın (Yaratıcının), elbette ruha ve hayata münasib şu nur (ışık, enerji) denizinden ve hattâ Karanlık denizinden (karanlık madde ve karanlık enerjiden) bir kısım şuurlu mahlukları vardır. Hem çok kalabalık olarak vardır.
Melaike ve Ruhanilerin varlıklarına dair “Nokta” namında bir risalemde ve Yirmidokuzuncu Söz’de iki kerre iki dört eder derecesinde bir kat’iyyetle isbat edilmiştir. Eğer istersen ona müracaat et.
(Sözler – 176’dan izahlı…)
Yeryüzü ve Gökler (Uzay), bir hükûmetin iki memleketi gibi birbirine alâkadardırlar. Ortalarında ehemmiyetli irtibat (bağlantı ve ilişki) ve mühim muameleler (işlemler) vardır.
Yeryüzüne lâzım olan ziya (ışık), hararet (sıcaklık) ve bereket ve rahmet gibi şeyler semadan (göklerden) geliyor, yani gönderiliyor.
Vahye dayanan bütün semavi dinlerin icmaı (ortak hükmü) ile ve şuhuda istinad eden (bizzat gözleriyle gören) bütün ehl-i keşfin (evliyanın) tevatürüyle (toplu haberleriyle), Melaike ve Ruhlar semadan (uzaydan) zemine (yeryüzüne) geliyorlar.
Bundan, hisse yakın ani bir akli delil ve anlayışla bilinir ki:
Yeryüzünün sâkinleri için, semaya (uzaya) çıkmak için bir yol vardır.
Evet nasıl herkesin akıl ve hayal ve nazarı (gözleri) her vakit semaya gider.
Öyle de: Ağırlıklarını dünyada bırakan enbiya ve evliya ruhları veya cesedlerini çıkaran mevtanın ruhları, izn-i İlahî ile oraya (göklere, uzaya, cennete seyrana) giderler.
Madem hafifleşip letafet (latif nurani hareket kabiliyeti) bulanlar oraya giderler. Elbette misalî bir cesed giyen ve ruhlar gibi hafif ve latîf bir kısım Arz (yeryüzü) ve hava sâkinleri, semaya (göklere) gidebilirler.
(Sözler – 177’den izahlı…)
وَ دَرْ چَپْ د۪يدَمْ كِه فَرْدَا قَبْرِ مَنَسْتْ
Sonra soldaki istikbale (gelecek zamana) baktım. Derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim ve istikbal ise, emsalimin (benzer yaştaki dostlarımın) ve nesl-i âtinin (gelecek neslin) büyük bir kabri suretinde görünüp ünsiyet (dostluk) değil, belki vahşet (korku) verdi.
(İman ve huzur-u iman, o dehşetli ve büyük kabri, Cennetin sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmaniye gösterir.)
وَ ا۪يمْرُوزْ تَابُوتِ جِسْمِ پُرْ اِضْطِرَابِ مَنَسْتْ
Soldan dahi hayır görünmediği için, hazır (bu) güne baktım. Gördüm ki: Şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhanede olan vücudumun cenazesini taşıyor.
(İman, o tabutu (yani elimizdeki günü, günleri), bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.)
بَرْ سَرِ عُمْرْ جَنَازَهءِ مَنْ ا۪يسْتَادَه اَسْتْ
İşbu cihetten dahi deva bulamadım. Sonra başımı kaldırıp, şecere-i ömrümün (ömür ağacımın) başına baktım. Gördüm ki: O ağacın tek meyvesi, benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor.
(İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzed olan “ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için” çıktığını gösterir.)
Sözler – 208’den izahlı…
YEDİNCİ KELİME:
وَ يُم۪يتُ
Yani: Mevti (ölümü) veren odur. Yani: Hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten (hizmet, ibadet yükünden) âzad eder. Yani: Hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde ! Mevt (ölüm) i’dam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî (sonsuz ayrılık) değil, adem (yokluk) değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam (hiçliğe gidiş) değil.
Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır (mekan değiştirmektir). Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın (sevdiklerin) mecma’ı (toplanma ve sohbet yeri) olan âlem-i berzaha (ruhlar âlemine) bir visal (kavuşma) kapısıdır.
(Asa-yı Musa – 229)
