Tevbe ve istiğfarın önemi :

TÖVBE VE İSTİĞFAR :

“Başınıza Gelen Herhangi Bir Musibet, Kendi Ellerinizle İşledikleriniz Yüzündendir. O Yine de Çoğunu Affeder.” (Şûrâ: 30)

“Zamanınızdan Şikayetinize Sebep Olan Şeyler, Amellerinizin Bozukluğundandır.”

(Hadis-i Şerif-Beyhaki)

“Allah’tan Mağfiret Dile. Çünkü Allah Çok Bağışlayıcı ve Çok Merhamet Edicidir.” (Nisâ: 106)

“Allah Tevbe Edenleri Sever.” (Bakara: 222)

“Her Kim İstiğfara Devam Ederse, Allah-u Teâlâ O Kimseyi Her Darlıktan Kurtarır, Her Sıkıntısına Bir Ferahlık Verir ve Onu Hiç Ummadığı Yerden Rızıklandırır.”

(Hadis-i Şerif-Ebu Dâvud)

Kula düşen şudur: Hazret-i Allah’a muhtaç olduğunu bilecek, O’ndan isteyecek, O’na sığınacak, O’na yalvaracak, O’na boyun bükecek, gözyaşı dökecek, O’nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.

Kul, bütün iyiliklerini Hazret-i Allah’tan bilecek, kötülüklerini ise nefsinden. Kim böyle yaparsa şu Âyet-i Kerime’deki ilâhî lütfa mazhar olur:

“Onlar Allah’ın öyle kullarıdır ki, çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı zikrederek hemen günahlarının affedilmesini isterler. Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir?

Bir de onlar işledikleri günah üzerinde bilip dururken ısrar etmeyenlerdir.” (Âl-i imrân: 135)

Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i Mübeşşere, cennetle müjdelendikleri halde ibadetten bir an bile geri kalmadılar. Daima korku ve ümit arasında bulunmak çok faydalıdır. Korku gafletten uyandırır, kötülüklerden uzaklaştırır. Ümit ise insana mânevi destek verir. Allah’tan korkan kimse heva ve hevesine uymaz, ibadet ve taate yönelir. Nefsâni arzulardan uzaklaştıkça iffetli olur, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçındıkça verâ ve takvâ sahibi olur.

“Rabb’inin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye gelince, şüphesiz ki cennet onun varacağı yerin ta kendisi olacaktır.” (Nâziât: 40-41)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde sonsuz rahmetinden, engin merhametinden ötürü bizi tevbeye davet etmektedir:

“Allah’tan mağfiret dile. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Nisâ: 106)

Günahlardan tevbe etmek ve Allah-u Teâlâ’nın affını niyaz etmek kurtuluş kapısı olduğu gibi dünyadaki sıkıntı ve darlıklardan da kurtulmanın anahtarıdır.

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- dan rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Her kim istiğfara devam ederse, Allah-u Teâlâ o kimseyi her darlıktan kurtarır, her sıkıntısına bir ferahlık verir ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.” (Süneni Ebu Dâvud)

Eğer af ve mağfiretimiz için yüzümüzü Hazret-i Allah’a döner, acizliğimizi itiraf ile istiğfara devam edersek Allah-u Teâlâ musibetleri kaldırır, rızık ve bereket indirir. Kendimiz için de böyledir, içinde yaşadığımız topluluk için de böyledir, memleketimiz için de böyledir, umum Ümmet için de böyledir.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- halkla beraber üç gün yağmur duâsına çıkmış, istiğfardan başka bir şeyle meşgul olmamıştır. Ashâb-ı kiram’dan bazıları “Yâ Ömer! Biz buraya rahmet duâsına geldik, sen rahmet duâsı ile meşgul olmadın!” dediklerinde “Ben semânın yağmur damarlarıyla duâ ettim.” buyurmuş ve Nuh Aleyhisselâm’ın kavmine söylediği sözleri beyan eden Âyet-i Kerime’leri okumuştur.

Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin küfürde uzun zaman inat ve ısrar etmeleri üzerine Allah-u Teâlâ onları kıtlıkla mübtelâ kıldı. Çok sıkıntılar çektiler, malları ve hayvanları helak oldu, kadınlar kısırlaştı.

Nuh Aleyhisselâm onlara öğütlerde bulundu:

“Rabb’inizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!

Size ne oluyor ki Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nuh: 10-11-12-13)

Yağmur duâsında istiğfar etmek de bundan dolayı meşru olmuştur.

Hûd Aleyhisselâm da kavmini tevbe ve istiğfara dâvet etmişti:

“Ey kavmim! Rabb’inizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, kuvvetinize kuvvet katsın. Günahkâr olarak yüz çevirmeyin.” (Hûd: 52)

Felaketleri durdurtacak bir tek şey varsa, Allah-u Teâlâ’ya yönelmek ve nasuh bir tevbe ile tevbe etmektir.

Yunus Aleyhisselâm’ın kavmi dışında; inkâr ettikleri yoldan çıktıkları halde, başlarına gelecek azabın belirtilerini görünce tevbe etmiş ve affedilmiş, azaptan kıl payı kurtulmuş bir kavim yoktur.

Nitekim Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

“(Azap geleceği vakitte) iman edip de imanı kendisine fayda sağlayan bir memleket halkı varsa, şüphesiz ki Yunus’un kavmidir.

İman ettiklerinde kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre daha bu dünyada faydalandırdık.” (Yunus: 98)

Allah katında bir kavmin helâk edilmesine dair hüküm çıktıktan sonra iman etmenin ve yalvarmanın hiçbir faydası olmadığı, inen hiçbir azap geri alınmadığı halde; onların bu yeis halindeki imanları hüsn-ü kabul görmüş, ümitsizlik halinde yaptıkları tevbeleri makbul olmuş, azap üzerlerine sarkıtıldıktan sonra kaldırılmıştır. Şayet iman edip tevbe etmemiş olsalardı, cezalarını bulacaklardı.

Hazret-i Allah kendisine yönelindiği, kapısına gelindiği vakit azabı kaldıracağı, affedeceği gibi; iman etmeyen, kendisine yönelmeyenleri, asi olanları da azap etmeye kâdirdir.

“Eğer o ülkelerin halkı inansalardı ve bize karşı gelmekten sakınsalardı; elbette onlara göğün ve yerin bolluklarını verir, bereketler açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.” (A’raf: 96)

Günahlardan tevbe etmekle darlık ve sıkıntıdan insanların kurtulabileceğine, nimetlere şükretmekle bolluk ve genişliğin devam edip artacağına inanmadılar. Bütün helâk edilen milletler bu şekilde müstehak olarak helâk edildiler.

Allah-u Teâlâ bu âkıbete uğramamak için bizi tevbe ve istiğfara davet etmektedir:

“Rabb’inizden mağfiret dileyiniz ve O’na tevbe ediniz ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin.” (Hud: 3)

Günahlarınızdan dolayı Rabb’inizin affını ister, samimiyetle tevbe eder, Rabb’inize yönelerek ve O’na itaat etmek suretiyle tevbenize dosdoğru devam ederseniz; bu dünyada size geniş rızık ve müreffeh bir hayat sağlar.

Bu Âyet-i kerime’lerde tevbe ve istiğfarın her şeyin husûlüne vesile olduğu bildirilmektedir.

Hadis-i kudsî’de de Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Eğer kullarım bana hakkıyla itaat etselerdi, onları geceleyin yağmurlarla sular, gündüzleri üzerlerine güneş doğdurur ve onlara gök gürültüsü işittirmezdim.”

(Hadis-i Kudsi, Ahmed bin Hanbel)

Emir ve hükümlerine itaat eden kullarına olan ihsan ve ikramı bu derece boldur.

İnsanoğlu aciz ve zayıf yaratılmıştır. Günah ve hata işlemekten kendisini alamaz. Ancak bu günah ve hatalar; tevbe edilmez, Hazret-i Allah’tan af ve istiğfar dilenmez ise dünyada belâ ve musibetlere, ahirette ise cehennem azabına sebep olur.

Arkadaş! Nefis, tenbellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes’uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder. (Mesnevi-i Nuriye – 81)

Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur’an-ı Kerim o zulmün âkıbeti olan gazab-ı İlahîyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin. İstimrar ve devam şe’ninde olan isimlerden ism-i mef’ul olarak zikredilmesi ise, şerr ve isyanların devam edip, tövbe ve afv ile inkıta etmedikleri takdirde kat’îleşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir. (İşarat-ül İ’caz – 27)

İnsan hatadan hâlî olamaz, fakat tövbe kapısı açıktır. (Kastamonu – 234)

Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azabdır. Buna karşı ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.

Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı a’zamı- tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def’olur. (Emirdağ-1 – 34)

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir