LEVLÂKE KUDSİ HADİSİ VE HAKİKAT-İ MUHAMMEDİYE A.S.M. :
ﻟَﻮْﻟﺎَﻙَ ﻟَﻮْﻟﺎَﻙَ ﻟَﻤَﺎ ﺧَﻠَﻘْﺖُ ﺍﻟْﺎَﻓْﻠﺎَﻙَ
(Sen olmasaydın, Âlemleri yaratmazdım) beyanında “Bu hitab zahiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a müteveccih ise de, zımnen (dolayısıyla ve imâ manasıyla) hayata ve zevilhayata (hayat sahibi varlıklara) raci’dir.” fıkrası, ta’dile muhtaçtır.
Çünki küllî hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i A’zam’ın tecelli-i a’zamının mazharı ve bütün zîruhların (ruhlu varlıkların) nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati (yaratılış gayesi) ve meyve-i ekmeli (en mükemmel meyvesi) olmasından, o hitab doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete (kulluk ve ibadete) onun hesabına nazar eder….Emirdağ-1 – 175
Evet baharımızda yer yüzünü bir mahşer (diriliş meydanı) eden, yüzbin haşir (tekrar diriliş) nümunelerini icad eden Kadîr-i Mutlak’a, Cennet’in icadı nasıl ağır olabilir? Demek nasılki onun risaleti (elçiliği), şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi,
ﻟَﻮْﻟﺎَﻙَ ﻟَﻮْﻟﺎَﻙَ ﻟَﻤَﺎ ﺧَﻠَﻘْﺖُ ﺍﻟْﺎَﻓْﻠﺎَﻙَ
sırrına mazhar oldu. Onun gibi, ubudiyeti (kulluğu) dahi öteki dâr-ı saadetin (saadet diyarı Cennetin) açılmasına sebebiyet verdi.
Sözler – 72
Bu kâinat sahibinin tezahür-ü rububiyetine (herşeyin Rabbi olarak idare ve terbiyesine) ve sermedî uluhiyetine (herşeyin ebedi ve ezeli ilahı olmasına) ve nihayetsiz ihsanatına (ihsan ve nimetlerine) küllî bir ubudiyet (geniş umumi bir kulluk) ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir ki; nev’-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük Peygamberi ve Fahr-i Âlem ve
ﻟَﻮْﻟﺎَﻙَ ﻟَﻮْﻟﺎَﻙَ ﻟَﻤَﺎ ﺧَﻠَﻘْﺖُ ﺍﻟْﺎَﻓْﻠﺎَﻙَ
hitabına mazhar ve hakikat-ı Muhammediyesi hem sebeb-i hilkat-i âlem (kainatın yaratılmasına sebeb), hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi,
bu kâinatın hakikî kemalâtı ve sermedî bir Cemil-i Zülcelal’in bâki âyineleri ve sıfatlarının cilveleri (tecelli ve yansımaları) ve hikmetli ef’alinin (fiillerinin) vazifedar eserleri ve çok manidar mektubları olması ve bâki bir âlemi taşıması
ve bütün zîşuurların (şuurlu varlıkların) müştak oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatları, hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve Risalet-i Ahmediye (A.S.M.) ile tahakkuk ettiğinden (gerçekleştiğinden), nasıl bu kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î şehadet eder…Şualar – 621
İşte bu minval üzere, eğer bu zat olmasaydı; kâinat ve insan, hattâ her şey hiçliğe sukut edip kıymetsiz ve ehemmiyetsiz bir vaziyette kalacaktı.
Demek ki, bu güzel ve bedi’ (hârika, benzersiz) kâinat için böyle muhakkik ve muarrif (araştırmacı ve tarif edip öğretici), yüksek ve hârika bir zat lâzımdır.
Yoksa kâinat ve eflak (âlemler) olmamalıdır. Çünkü o zaman bize göre bu kâinat, manasız ve abes bir şey görünecekti.
Mülk sahibi (C.C.) o zat hakkında hak olarak ne kadar doğru söylemiş:
لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ
(Risale-i Nur – Mesnevî-i Nurîye -Badıllı Tercümesi, 42)
