Tarihçi Michael Hart, niçin 1.sıraya Hz.Muhammedi (s.a.v.) seçti ?

TARİHÇİ MICHAEL HART NİÇİN 1.SIRAYA HZ MUHAMMED’İ (s.a.v.) SEÇTİ ?

İnsanlık Tarihinde en büyük Devrimi gerçekleştiren, her tür şirk ve putperestliğin hakimiyetini yıkıp Tevhidi dünyanın yarısına yayan ve 1450 senede 20 milyar Tâbileri ve Talebeleri yetiştiren, Endülüs, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı, Gazneli, Babür gibi Süper Güç islam devletlerinin kurulmasına Kuran-ı Kerim’in Anayasası ile sebeb olan, En Büyük bir Önderi, hiçbir kefere, felsefeci veya beşeri ideoloji gölgeleyemez, indirgeyemez… Amerikalı Tarihçi Michael Hart, En Etkin 100 kitabında 1. Sıraya Onu delilleriyle seçmesi, bütün inkarcıları susturur :

Fransız yazar Alphonse de Lamartin’in şu sözüyle başlayalım:

“Eğer amacın muhteşemliği, eldeki araçların kıtlığı, ulaşılan sonucun muazzamlığı bir kişinin dehasının ölçüleriyse, tarihteki hangi insan Muhammed’e bu hususta kafa tutabilir?”

(Alphonse de Lamartine, Histoire de la Turquie, c. 1, Chez Wolfgang Gerhard, Paris, s. 111.)

Hz. Muhammed ‘in analizi:

  1. Siyasi gücü sıfırdan başladı:

Hz. Muhammed dünya ölçeğinde değil önemli, önemsiz bile sayılmayacak kadar hükümsüz bir kabilenin siyasi lideri bile değildi. Bırakın siyasi lideri, lider bile değildi. Nitekim Hz. Muhammed’in düşmanları, onun peygamberlik iddiasını duyduklarında “Bu Kuran, iki şehrin ileri gelenlerinden birine indirilseydi ya” (Zuhruf Suresi 31) demişlerdi.

  1. İlmi açıdan sıfırdan başladı:

Mekke; Sümerler gibi evreni inceleyeceğiniz gözlemevlerine, Aristo’nun Platon’un sahip olduğu gibi felsefe okullarına sahip olmayan bir coğrafyadaydı. Arabistan’ın çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Yetiştiği bölge, ticaretin olduğu ama önemli ticaret yollarından, ilim ve sanat beldelerinden çok uzaktaydı. Hz. Muhammed de okuma yazma bilmezdi.

  1. Askeri gücü sıfırdan başladı:

İnançlarını reddederek karşısına aldığı ve başkaldırdığı kesimler şunlar: Roma İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu, Habeşistan krallığı, hazır ordu ve savaşçıları olan Arabistan’daki pek çok kavim, Hristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik gibi dünyaya yayılmış dinler ve bunların savaşçıları. Bu inanç ve devletlerin hepsinin hassas damarlarına yani inançlarına dokunacak bir tebliğ ile karşılarına çıkıyordu.

  1. İnsan kaynağı sıfırdan başladı ve kavmi umut vaat etmiyordu: Hiç bir hazır dini, milli topluluğa, gruba konmadı. O’na ilk inanan eşi ve çocukları oldu. Her şey kendi ailesiyle başladı. Destekçi aradığı kavim, kız çocuklarını kanlı canlı toprak altında boğabilen, eşini çocuğunu başkalarına satabilen fena ve ahlaksız bir toplumdu.
  2. Ekonomik gücü sıfırdan başladı:

Fakirdi. Sadece eşi Hz. Hatice zengindi ama bu zenginlik ordu kurabilecek, insanları kendi tarafına mal teklifi ile çekebilecek bir güç değildi. Zaten boykot uygulanınca o mallar da yok hükmüne geldi.

  1. Vakit, hedeflediği başarı için çok kısaydı:

Tebliğ için kullandığı rahat zaman sadece 10 yıldı. (12 yıl Mekke’de ambargo altında geçti. Asıl yayılma Medine döneminde oldu.) Tüm başarılar bu 10 yıla sığdı.

  1. Pes etmek ya da uzlaşmak için var olan sebepler son derece ikna ediciydi:

Karşısına aldığı bu denli büyük güce ve kendi güçsüzlüğüne rağmen ilk etapta izleyeceği politika uzlaşı olmalıydı. Günümüzde güçlü ve büyük devletler bile onca gücüyle yine kendi denklerine karşı çekinir, geri adım atıp uzlaşı arar ve taviz verir. Ama Hz. Muhammed, dini tebliğ ederken hiç bir kabileyle, devletle, Roma’nın, Perslerin sultanlarıyla uzlaşmayı kabul etmedi, sayısal azlığına rağmen dini emir ve yasaklardan bir kere bile taviz vermedi. “Bu dini ben uydurmadım, Allah’ın vahyidir” dedi ve geri adım atmadı. Bu dik ve tavizsiz duruş psikolojik tahlil yapanlar için O’nun Peygamber oluşuna önemli bir alamettir.

  1. Ondört yüzyıl önce inen Ayetler ile asırlara meydan okudu: Tüm bu büyük mücadele ve kargaşa altında ayetler iniyordu ve Kur’an’ın içindeki bahisler, sosyoloji, felsefe, astronomi gibi pozitif bilim dalları tarafından incelendiğinde hurafeye rastlanmıyor. Hâlbuki o dönemde bilimsel bilgide gelişmiş seviyede olan Sümer yazıtlarında bile doğa hakkında pozitif bilimlerce yanlışlanmış hurafe inançlar mevcuttu. Yine Kur’an’ın benzerinin getirilemeyeceği ayeti kıyamete kadar geçerlidir ve hala bir Surenin benzeri getirilmiş değildir. Bu; büyük, kendinden emin ve ciddi bir düello davetidir ve muhatap okuma-yazma bilmeyen bir Zattır! Sizce bu daveti O yapmaya cesaret edebilir mi!
  2. Değişim için tesir gücü tarihte eşsizdi:

Kavminin bozuk ahlakını çukurların dibinden dağların zirvesine çıkardı. Öğretilerine tabi olununca insan yaşamına ve varlığın, yaratılışın gayelerine mânâ, aile ve toplum hayatına kardeşlik ve huzur geliyordu. Devlet, medeniyet ve bilim gelişiyordu. Hakikaten Kur’an’a tabi olmuş Selçuklu, Osmanlı, Abbasi gibi devletlerin dine en çok sarıldığı dönemleri bilimsel seviyede, siyasette ve toplumsal ahlakta en parlak dönemleri haline gelmişken, dinden uzaklaştığı dönemler çöküşe geçtikleri, hurafelere dalındığı ve ahlaki olarak yozlaştığı dönemler olmuştur.

  1. Tutunma metodu savaş değildi:

Kılıç ve savaşı sadece engelleri aşmada ve zaruri durumda kullandı ve sıfır noktasından tebliğini tüm coğrafyalara yayabildi. Asırlarca her kıtada her millete, zeka ve bilgi seviyesinden her insana hitap etti ve onları etkiledi, değiştirdi. Zorla değil ikna, akıl ve gönülleri fetih ile tutunuyor ve İslam yayılıyordu. Zaten kılıçla muzaffer olmak, Cengiz Han gibi bir dönem başarıya, sonra yok olmaya sebep olur. Zalim Cengiz’in torunları dahi İslamiyetin hizmetkârları oldular.

Dünyaca ünlü tarihçi Prof. Walker Arnold, “İslam’ın Tebliğ Tarihi” isimli eserinde İslam’ın kılıçla değil fikrî alt yapısı ile tutunduğunu ve varlığını devam ettirdiğini izah eder. Gandhi de “İslam’ın süratli yayılması kılıç sebebiyle değil kalplere bıraktığı etki sebebiyledir.” der. (Gandhi, Collected Works, c.25, s.127)

  1. En son ve en güçlü hali, ilk hali gibiydi:

Hz. Muhammed bu başarılara imza attıktan ve devleti ve kendisi artık zenginleştikten sonra hiçbir şekilde ilk halinden taviz vermemiş, dünyaya mala mülke meyletmemiş, kendisine saraylar yaptırmamış, sade ve mütevazi hayatına devam etmiş, başarılarının kendine ait olduğunu söyleyerek kibirlenmemiş, vefat ettiğinde yırtık ve yamalanmış bir cübbe ile vefat etmiştir.

Hindistanlı psikolog ve filozof Prof. Dr. Koneru Rao, şöyle der:

“Şartlar değişti ama ALLAH’ın elçisi Muhammed değişmedi. Zaferde ve yenilgide, güçlü zamanda ve sıkıntılı zamanda, zenginlikte ve yoksullukta, aynı kişiydi, aynı karakteri sergiledi. Allah’ın bütün adetleri ve yasaları gibi ALLAH’ın peygamberleri değişmezdir.”

(Koneru Ramakrishna Rao, Muhammad the Prophet of Islam, World Assembly of Muslim Youth, Riyad, 1989, s. 24.)

Bu analizler Hz. Muhammed’in tarihte benzeri görünmemiş bir şahsiyet olduğunu kabul ettirmiştir.

Bu evreni yaratan tarafından dinin ve vahyin gönderilmesi aklen zorunludur.

İslamiyet, bu güzel din, bu güzel Kainatı yaratan Zâtın kendisiyle beraber kainatı tarif ettiği bir tarifesidir, beyannâmesidir…

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) de Peygamber olduğunu ve ALLAH’ın kendisine bariz şekilde yardım ettiğini bu analizler gösterir. Çünkü bu Zat (sav) hiç bir açıdan bunları başarabilecek bir imkanda değildir. Hz. Muhammed de bu engelleri sebebiyle üzülmüş ve ayetler daha inerken Kuranda şöyle buyurulmuştur:

“Muhakkak ki ALLAH nurunu tamamlayacaktır.” (Saff,

Resûlüm! Şüphesiz biz seni bir şâhid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

(Fetih Ayet

***

Lâ ilâhe İllAllâh,

El-Melikül-Hakkul-Mübîn

Muhammedur Resûlullâh

Es-Sadikul-Vaadül-Emîn

Kainatın Sahibi ve Sultanı, Hak ve Gerçek olan ALLAH’tan başka ilah yoktur.

Güvenilir ve sözünde Sadık Hz Muhammed, Onun elçisidir.

Dr. Ali Kemal Pekkendir

ODTÜ Makina-82, Birmingham Uni-99

Windsor, İngiltere

 

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir