ALLAH’IN VARLIĞI, BİRLİĞİ (TEVHİD)-1 :
Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müdhiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır.
Hikâyede nasıl emin adam demişti: “Bir harf kâtibsiz olmaz, bir kanun hâkimsiz olmaz.”
Biz de deriz: Nasılki bir kitab, bâhusus (hususan, özellikle) öyle bir kitab ki; her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitab yazılmış, her harfi içinde ince kalem ile muntazam bir kaside yazılmış. Kâtibsiz olmak, son derece muhaldir (saçma ve imkansızdır).
Öyle de şu kâinat nakkaşsız olmak, son derece muhal-ender muhaldir (imkansızlık içinde imkansızlık ve saçmalıktır).
Zira bu kâinat öyle bir kitabdır ki, her sahifesi çok kitabları tazammun eder (içine alır). Hattâ her kelimesi içinde bir kitab vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır.
Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitab içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın programı, fihristesi var.
İşte böyle bir kitab, evsaf-ı celal ve cemale (en yüce ve güzel sıfatlara sahip), nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelal’in nakş-ı kalem-i kudreti (Allah’ın kudret kalemiyle boyadığı bir süslü sanat) olabilir. Demek âlemin şuhuduyla (bu dünyayı ve evreni gözlemleyen herkese), bu iman lâzım gelir. İllâ ki, dalaletten sarhoş olmuş ola (ancak dinsizlik ve sapkınlık sebebiyle bazı sarhoşlar göremiyor)…
Hem nasılki bir hane (ev) ustasız olmaz. Bâhusus (hususan) öyle bir hane ki; hârika san’atlarla, acib (hayranlık uyandıran) nakışlarla, garib zînetlerle tezyin edilmiş (süslenmiş). Hattâ herbir taşında, bir saray kadar san’at dercedilmiş (yerleştirilmiş). Ustasız olmak, hiçbir akıl kabul edemez, gayet mahir bir san’atkâr ister.
Bâhusus (özellikle) o saray içinde sinema perdeleri gibi her saatte hakikî menziller (odalar) teşkil edilip, kemal-i intizamla (çok düzenli şekilde) elbise değiştirdiği gibi değiştiriyor. Hattâ herbir hakikî perde içinde, müteaddid (çok sayıda) küçük küçük menziller (odacıklar) icad ediliyor.
Öyle de şu kâinat nihayetsiz hakîm (gaye ve maksadlarla ve hikmetle yapan), alîm (sonsuz ilim sahibi, bilerek yapan), kadîr (sonsuz kudret ve güç sahibi) bir Sâni’ (sanatkar, usta, yaratıcı) ister.
Çünki şu muhteşem kâinat öyle bir saraydır ki: Ay, Güneş lâmbaları; Yıldızlar, mumları; Zaman, bir ip, bir şerittir ki, o Sâni’-i Zülcelal (Yüce Sanatkar, Yaradan) her sene bir başka âlemi ona takıp, gösteriyor. O taktığı âlemin içinde üçyüzaltmış tarzda muntazam suretlerini (düzenli, intizamlı şekillerini, görünüşlerini) tecdid ediyor (yeniliyor). Kemal-i intizamla (mükemmel düzen içinde) ve hikmetle değiştiriyor.
Yeryüzünü bir sofra-i nimet yapmış ki, her bahar mevsiminde, üçyüzbin enva’-ı masnuatıyla (sanatlı sebze, meyve türleriyle) tezyin ediyor (süslüyor). Hadd ü hesaba gelmez (sayısız) enva’-ı ihsanatıyla (ihsan ve nimet türleriyle) dolduruyor. Öyle bir tarzda ki, nihayet ihtilat içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirlerinden ayrılıyor. Başka cihetleri buna kıyas et…
Nasıl, böyle bir sarayın Sâni’inden (Sanatkar ve Yaratıcısından) gaflet edilebilir (göz kapatılabilir, unutulabilir) ?
Haşir Risalesi – 27
Said Nursi r.a.
(Parantezli izahlar fakire aittir.)
