“Dağları Arza direk yaptım” Ayeti :

Meselâ:
وَ الْجِبَالَ اَوْتَادًا
yani: “Dağları zemininize kazık ve direk yaptım” bir kelâmdır. Bir âmînin şu kelâmdan hissesi:

Zahiren yere çakılmış kazıklar gibi görünen dağları görür, onlardaki menafi’ini (faydalarını) ve nimetlerini düşünür, Hâlıkına (Yaradana, Allaha) şükreder.

Bir şâirin bu kelâmdan hissesi: Zemin (yeryüzü), bir taban; ve kubbe-i sema, üstünde konulmuş yeşil ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır, ufkî bir daire suretinde ve semanın etekleri başında görünen dağları, o çadırın kazıkları misalinde tahayyül (hayal) eder. Sâni’-i Zülcelaline hayretkârane perestiş eder.

Hayme-nişin (çadırda yaşayan) bir edibin bu kelâmdan nasîbi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahra; dağların silsilelerini pek kesretle ve çok muhtelif bedevi çadırları gibi, güya tabaka-i türabiye (toprak tabakaları), yüksek direkler üstünde atılmış, o direklerin sivri başları o perde-i türabiyeyi (topraktan perdeyi) yukarıya kaldırmış, birbirine bakar pek çok muhtelif mahlukatın meskeni olarak tasavvur eder. O büyük azametli mahlukları, böyle yeryüzünde çadırlar misillü kolayca kuran ve koyan Fâtır-ı Zülcelaline karşı secde-i hayret eder.

Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin, bahr-i muhit-i havaîde (atmosferde) veya esîrîde (esir maddesinden oluşan uzayda) yüzen bir sefine (gemi) ve dağları, o sefinenin üstünde tesbit (sabitleme) ve muvazene (dengelemek) için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca küre-i zemini, muntazam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup, aktar-ı âlemde (evrende) gezdiren Kadîr-i Zülkemal’e karşı
سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ شَانُكَ
der.

Medeniyet ve heyet-i içtimaiyenin mütehassıs bir hakîminin (sosyoloji âliminin) bu kelâmdan hissesi:
Zemini, bir hane ve o hanenin direği, hayat-ı hayvaniye ve hayat-ı hayvaniye direği, şerait-i hayat (hayat için gerekli) olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı, dağlardır. Zira dağlar, suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersib edip, havayı tasfiye eder) (zehirli gazları durultarak havayı temizler) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilasından muhafaza eder) ve sair levazımat-ı hayat-ı insaniyenin (insan hayatı için gerekli olan ormanlar, meyveler, su deposu, madenler, değerli taşlar, kömür, gibi çok maddelerin) hazinesi olarak fehmeder.
Şu koca dağları, şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize (geçinmemize) hazinedar tayin eden Sâni’-i Zülcelal Vel’ikram’a, kemal-i ta’zim ile hamd ü sena eder.

Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun (Coğrafya, Jeoloji Âliminin) şu kelâmdan nasîbi şudur ki:
Küre-i zeminin (dünya küresinin) karnında bazı inkılabat ve imtizacatın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizazatı (titreme ve depremlerin), dağların zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medar ve mihverindeki (kendi etrafında ve yörüngesinde dönüşünde) istikrarına ve zelzelenin irticacıyla medar-ı senevîsinden (güneş etrafındaki yörüngesinden) çıkmamasına sebeb, dağların hurucu (yerden göğe doğru çıkmaları) olduğunu ve zeminin hiddeti ve gadabı, dağların menafiziyle (volkan menfezleri ile) teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder (anlar), tamamen imana gelir. اَلْحِكْمَةُ لِلّٰهِ der.

Sözler – 391
B. Said Nursi R.A.
 
 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir