Dinsiz, Ateist diyor ki : “Ben Allah’ı tanımıyorum, Peygamberi bilmiyorum, nasıl Mi’raca inanacağım?”

Dinsiz, Ateist diyor ki : “Ben Allah’ı tanımıyorum, Peygamberi bilmiyorum, nasıl Mi’raca inanacağım?”

Biz de deriz ki: Madem şu kâinat ve varlıklar âlemi var ve içinde milyarlarca fiil, işlem, icraat, hareket ve yaratılış var.

Hem madem muntazam, düzenli bir fiil, fâilsiz olmaz. Manidar bir kitab, kâtibsiz olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşsız olmaz.

Elbette şu kâinatı dolduran, gaye ve maksadlar ile dolu hikmetli fiillerin bir fâili ve yeryüzünün mevsimden mevsime tazelenen, hayranlık uyandıran süslü sanatlarının, nakışlarının, manidar mektublarının bir kâtibi, bir nakkaşı vardır.

Hem madem bir iş’te iki hâkimin, idarecinin bulunması, o işin intizamını, düzenini bozuyor.

Hem madem sinek kanadından tâ semavat kandili Güneşe ve Galaksilere kadar mükemmel bir intizam var.

Öyle ise, o hâkim, idareci Birdir. (Bir olmazsa) Çünki herşeyde san’at ve hikmet o derece harikadır ki; o şeyin Ustası, Sanatkârı, herbir şeye muktedir olacak, gücü yetecek, herbir işi bilecek bir derecede sınırsız Kudret sahibi olması gerekir.

Öyle ise Bir olmazsa, varlıklar, atomlar adedince ilahların bulunması lâzım gelir.

O ilahlar hem birbirine zıd, hem birbirine benzer olacaklar ve o halde şu harika intizam ve düzen bozulmaması, yüzbin defa imkansızdır.

Hem madem şu varlıkların tabakaları, grupları, bir ordudan bin defa daha düzenli, disiplinle, bir emir ile hareket ettiği apaçık görünüyor. Yıldızların, Güneş ve Ay’ın muntazaman hareketlerinden tut, tâ badem çiçeklerine kadar herbir taife, varlık sınıfı, o kadar muntazam, düzenli, o kadar mükemmel bir surette Ezeli, Sonsuz Hayat ve Kudret Sahibi Allah’ın o taifeye verdiği nişanları, uniformaları, güzel elbiseleri ve belirlediği hareketleri, bin defa ordudan daha düzenli bir tarzda gösteriyor.

Öyle ise şu kâinattaki varlıkların, gayb perdesi arkasında, bize görünmeyen bir Hâkim-i Mutlak’ı vardır ve hepsi O’nun emrini dinleyip itaat ederler.

Hem madem o Hâkim, bütün yaptığı gayeli hikmetli icraatlarının şahitliği ile, hem gösterdiği haşmetli eserleri ile Celal Sahibi Yüce bir Sultan’dır.

Hem gösterdiği ihsanlar, hediyeler ve nimetler ile, gayet Rahîm, Merhamet Sahibi bir Rab’dir.

Hem sergilediği güzel san’atlarıyla, san’atperver ve san’atını çok sever bir Sanatkâr’dır.

Hem gösterdiği süslemeli ve merak uyandıran san’atlarıyla, şuur sahiplerinin beğeni ve takdir dolu nazarlarını, eserlerine çekmek isteyen Hikmetli bir Yaradan’dır.

Hem Evrenin yaratılışında gösterdiği, akılları hayrette bırakan güzellikler ve süslerin, ne demek olduğunu ve mahlukatın nereden gelip nereye gideceğini, Rabbimiz, hikmetiyle şuur sahiplerine bildirmek istediği anlaşılıyor.

Elbette bu Sonsuz Hikmet Sahibi Hâkim Sultan ve Sonsuz İlim Sahibi Sanatkâr, kainattaki idare ve terbiye ediciliğini göstermek ister.

Hem madem bu kadar gösterdiği lütuf ve merhamet eserleriyle ve san’at harikaları ile şuur sahiplerine kendini tanıttırmak ve sevdirmek ister.

Elbette şuurlu mahluklarından arzularını ve onlardan razı olacağı şeylerin ne olduğunu, bir Tebliğci vasıtasıyla bildirecektir. Öyle ise şuur sahiplerinden birisini tayin edip, onun ile Rabbimiz ve Kainatın Sultanı olduğunu ilân edecektir.

Ve sevdiği san’atlarını sergilemek için, bir Dellâlı (ilancı, davetçiyi) yakın huzuruna müşerref edip, teşhire vasıta edecektir.

Ve o ulvî maksadlarını, yüce gayelerini sair şuur sahiblerine bildirmekle kusursuz mükemmelliğini göstermek için, birisini Muallim, Öğretmen tayin edecektir.

Ve şu kâinatta yerleştirdigi tılsımın ve şu varlıklarda gizlediği muammanın, sırrın manasız kalmaması için, herhalde bir Rehber tayin edecektir.

Ve gösterdiği ve nazarların temaşasına neşrettiği san’at güzelliklerinin faydasız ve abes kalmaması için; onlardaki maksadları ders verecek bir Rehber tayin edecektir.

Hem nelerden razı ve memnun olacağını şuurlu mahluklarına tebliğ etmek için, birisini bütün şuur sahiplerinin üstünde bir makama çıkaracak ve marziyatını ona bildirecek, onlara gönderecektir.

Madem hakikat ve hikmet böyle gerektiriyor ve şu vazifelere en lâyık Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.

Çünki bilfiil en mükemmel bir surette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i İslâm, İslam Dünyası ve gösterdiği nur-u İslâmiyet, âdil ve sadık bir şahiddir.

Öyle ise o zât, doğrudan doğruya bütün kâinatın üstüne çıkıp, bütün varlıkları geçip, bir makama girmek lâzımdır ki; bütün mahlukatın Yaradanı ile umumî, ulvî, küllî bir sohbet etsin.

İşte Mi’rac dahi, bu hakikatı ifade ediyor.

(Bediüzzaman Said Nursi Hz’nin Sözler kitabında Mirac Risalesinden istifade ile ve izah edilerek alınmıştır.)

(Müslüman-Ateist Tartışma Platformu)

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir