بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Bu âyet-i uzmanın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat’ı (Kainatı Yaratan Zâtı) tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir.
Ve o insanın vazife-i fıtratı (yaratılışında verilen vazife) ve farîza-i zimmeti (üzerine farz olan iş), marifetullah (Allahı hakkıyla, isimleri ve sıfatlarıyla bilmek) ve iman-ı billahtır (Allaha imandır) ve iz’an ve yakîn ile (tam bir anlayış ve kesin iman ile) vücudunu ve vahdetini (varlığını ve birliğini) tasdik etmektir.
Evet fıtraten (ona verilen bütün cihaz ve hisleri ile) daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri (ümidleri, arzuları) ve nihayetsiz elemleri bulunan bîçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin (sonsuz hayatın) üssü’l-esası ve anahtarı olan iman-ı billah ve marifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalâtlar (üstünlükler), o insana nisbeten aşağıdır. Belki, çoğunun kıymetleri yoktur.
Şualar – 100
Said Nursi R.A.
