Felsefe gözlüğü ve İman gözlüğü ile âlem ve insan kıyaslaması:

ELHAMDULİLLAH HAKKINDA -1

(Felsefe gözlüğü ve İman gözlüğü ile Evren ve İnsan)

“Elhamdülillah” cümlesini insanlara dedirten “imanın sonsuz fayda ve nurlarından” yalnız 9 tane beyan edilecektir :

Birinci Nokta:

Evvelâ iki şey ihtar edilecektir:

1- Felsefe, her şeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, herşeyi güzel, dost olarak gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.

2- Bütün mahlukatla alâkadar ve herşeyle bir nevi alış-verişi olan ve kendisini abluka eden şeyler ile sözle ve manen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye yaratılışında mecbur olan insanın “sağ, sol, ön, arka, alt, üst” olmak üzere 6 yönü vardır.

İnsan zikrettiğimiz iki gözlüğü gözüne takmakla, o 6 yönde bulunan mahlukatı ve halleri görebilir.

Sağ Yönü:

Bu yönden maksad, Geçmiş Zamandır. Yani, felsefe gözlüğüyle sağ cihete bakıldığı zaman, mazi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı üstüne çevrilmiş, karanlıklı, korkunç büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde görünecektir.

Ve bu görünüşte insan pek büyük bir dehşete, vahşete, ümitsizliğe maruz kaldığında şübhe yoktur.

Fakat iman gözlüğüyle o yöne bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de, fakat can telefi yoktur.

Mürettebatı, sâkinleri daha güzel, nuranî bir âleme, yani Cennete nakledilmiş oldukları anlaşılıyor.

Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telakki edilecektir.

Hatta kabir, Cennet saraylarına ve ziyafet salonlarına girmeden önceki bekleme odasıdır.

Demek imanın insanlara verdiği sevinç, ferahlık, sağlam inanç, gönül ve akıl rahatlığı, binlerce “Elhamdülillah” dedirten bir nimettir.

Sol Yönü:

Yani, gelecek zamana felsefe gözlüğüyle bakıldığı zaman; bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip yok edecek, karanlık, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.

Fakat iman gözlüğüyle bakılırsa Cenab-ı Hakk’ın, Hâlık-ı Rahman-ı Rahîm’in yani Sonsuz Şefkat ve Merhamet Sahibi bir Yaradanın, insanlara hazırladığı çeşit çeşit nefîs, leziz yiyecekler ve içecekler ile donanmış Rahmanî bir masa ve sofra şeklinde görünecektir.

Ve binlerce “Elhamdülillah” okutturarak tekrar ettirecektir.

Üst Yön:

Yani, Gökyüzüne, Uzaya felsefe ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin (at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi) yaptıkları pek sür’atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete, vahşete, korkuya maruz kalacaktır.

Mümin, her şeyi kendi Rabbisinin emri ve kumandası altında görür, Rabbisine iltica eder, sığınır. Tevekkül ile O’na dayanıp, her musibete karşı O’na sığınır. İmanı, ona tam bir emniyet verir.

Evet her hakikî iyilik, güzel ahlak gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, Allaha kul olmaktır…

Her fenalık ve kötü ahlak gibi korkaklığın dahi menbaı, dalalettir, dinsizliktir…

Evet kalbi tam aydınlanmış bir âbidi, yani kulu, Yerküresi bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki Cenabı Hakkın Samedanî kudretiyle harika bir icraatını, lezzetli bir hayret ile seyredecek.

Fakat aklı aydın denilen meşhur kalbsiz bir fâsık feylesof (bilim insanı veya filozofların talebesi) ise; gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer.

“Acaba bu serseri yıldız Arzımıza çarpmasın mı?” der; evhama düşer.

(Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terkettiler. 1910’da Halley kuyruklu yıldızı).

Fakat imanlı bir adam baktığı vakit o garib, harika manevranın bir Kumandanın emriyle, nezareti altında yapıldığı gibi; semavat âlemini, Uzayı süsleyen eden o yıldızların bize de ziya saçan kandiller şeklinde olduklarını görecek ve o atlar koşusunda korku, dehşet değil, dostluk ve muhabbet edecektir.

Gökleri, Evreni şöyle gösteren iman nimetine elbette binlerce “Elhamdülillah” söylemek azdır.

Alt Yön :

Yani, Yeryüzüne felsefe gözüyle bakan insan; Yer Küreyi başıboş, yularsız, Güneşin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtaları kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telaşa düşer.

Fakat iman ile bakarsa, YerKürenin, Rahmanî bir uzay gemisi olup, Allah’ın kumandası altında, bütün yiyecekler, içecekler, giyecekler ile beraber, insan nev’ini gezdirmek için Güneşin etrafında seyahat eden bir Uzay Gemisi şeklinde görür.

Ve imandan neş’et eden şu büyük nimete büyük büyük “Elhamdülillah”ları söylemeğe başlar.

Ön Yön:

Felsefeci bir adam bu yöne bakarsa görür ki:

Bütün canlı mahlukat -insan olsun, hayvan olsun- kafile kafile ardından büyük bir sür’atle o yöne gidip kaybolurlar.

Yani, ademe, yokluğa, hiçliğe gider, yok olurlar.

Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, üzüntüsünden ve ümitsizliğinden çıldıracak bir hale gelir.

Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o yöne gidişleri, seyahatları Yokluk âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir.

Ve fâni, geçici konaktan, bâki daimi bir Konağa, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, Yokluk âlemine gitmek değil diye bu yönü memnuniyetle karşılar.

Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibariyle saadetlerdir.

Çünki, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir !

Meselâ: Hazret-i Yusuf, Mısır Azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.

Ve keza, anne rahminden dünyaya gelen çocuk, o tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

Arka Yön:

Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılırsa;

“Yahu bunlar nereden nereye gidiyorlar ve ne için dünya memleketine gelmişlerdir?”

diye edilen suale bir cevab alınamadığından -tabiî- hayret, tereddüd ve bilinmezlik azabı içinde kalınır.

Fakat iman nurunun gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garib, harika kudret mu’cizelerini görmek ve mütalaa etmek yani okuyup anlamak için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalaacı olduklarını anlar.

Ve insanların, o mu’cizelerin kıymet derecelerini ve azametini ve Sultan-ı Ezelî’nin azametine nasıl delil olduklarını anladıkları nisbette derece ve numara aldıktan sonra, yani dünya okulundan mezuniyet karnelerini aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelî’nin memleketine dönüp gideceklerini anlar.

Ve bu anlayış nimetini kendisine veren iman nimetine “Elhamdülillah” diyecektir.

İhtar: Bahsedilen 6 yöndeki karanlıkları ortadan kaldıran iman nimetine “Elhamdülillah” diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lâzımdır.

Bu ikinci hamde de üçüncü bir hamd, üçüncüye de dördüncü bir hamd lâzımdır. Bu şekilde sürer, gider…

Demek tek bir hamd’den, şükürden doğan hamdlerden ibaret, sonu gelmez bir Hamd Zinciri meydana geliyor.

(Said Nursi Hz’nin Şualar eserinden anladığım mânâları kısa izahlar ile aktardım).

Dr. Ali Kemal Pekkendir

ODTÜ Makina-82, Birmingham Uni-99

Windsor, İngiltere

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir