HADİSLER VE MEZHEBLER NİÇİN GEREKLİ ?
Lügat anlamı olarak Mezhep; “Dinde tutulan yol” demektir.
(Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Mezhep maddesi).
«İslâm dininde de mezhepler vardır. Bunlar arasında temelde bir ayrılık yoktur. Hepsi de Kur’ân-ı Kerim’i ve peygamberimizin sünnetini esas almışlardır. Ancak, hakkında açık ve kesin nass (âyet veya hadîs) bulunmayan hususlarda İslâm bilginleri ictihad etmişler, görüş bildirmişlerdir.
Peygamberimiz, Sahabilerden Mu’az’ı (ra.) Yemen’e hâkim olarak gönderirken kendisine şöyle sormuştu:
-Yemen’de ne ile hükmedeceksin?
Mu’az : -Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmedeceğim, dedi.
Peygamberimiz: -Aradığını Kur’an’da bulamazsan ne yapacaksın, buyurdu.
Mu’az: -Resulullah’ın sünnetiyle hükmedeceğim, dedi.
Peygamberimiz: -Onda da bulamazsan ne yapacaksın, buyurdu.
Mu’az : -Kendi görüşümle hükmedeceğim, diye cevap verdi.
Mu’az’ın bu cevabından Peygamberimiz memnun oldu ve bundan ötürü Allah’a hamdetti.
(Ebû Dâvûd, Akdıye, 11: Tirmizî, Ahkâm, 3)
Bundan anlaşılıyor ki bir olay hakkında Kur’ân-ı Kerim’de ve Peygamberimizin sünnetinde kesin bir ifade yoksa müctehid, ictihad ederek konuya çözüm getirir.
Şanlı Peygamberimizin içtihada «izin vermeleri», gerçekte «mezheblere» izin vermeleri demektir. Çünkü «mezhebler» , içtihad farklarından doğarlar. Bunu önlemek mümkün değildir. Yüce İslâm âlimleri, meseleyi böylece anlamasalardı ve ele almasalardı, hiç «mezhebler» doğar mıydı? Elbette doğmazdı. O halde, «mezhebler de nereden doğdu? diye sormak abes olmaz mı?
Mezheplere Gerek Var Mı?
Bu sorumuzun cevabını Allâme-i Asır Üstâd’ımız Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Yedinci Söz olan “İçtihad Risalesi” eserinin Hatime’sinde şöyle vermektedir;
“Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir.
Hâtemü’l-Enbiya’dan sonra şeriat-ı kübrası, her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.
Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.”
(Bediüzzaman Said Nursî, Sözler s. 485)
Her asrın şartları farklıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen
«And olsun ki, her ümmet içinde: “Allah’a kulluk edin ve tâğuttan (Allah’ın yerine tutacağınız herşeyden) kaçının!” diye (kendilerine nasîhat etmesi için) bir peygamber gönderdik.»
(Kur’ân-ı Kerîm, Hayrat Neşriyat Meâli, Nahl Sûresi 36. Âyet Meâli)
buyrulmasından da, her ümmete/millete/kavme bir peygamber gönderildiğini anlıyoruz.
Âhir Zaman Peygamberinin gelmesiyle birlikte insanlar iptidaî yani ilk okul düzeyinden idadiye yani orta okul düzeyine ilerlediğinden çok inkılaplar ve ihtilaller ile insanlık kavimlerini bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır. Ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir. Son ders, Kur’ân-ı Kerîm’in dersi; son şeriat, İslâm’ın şeriatı; son muallim de, Muallim-i Ekmel ve Ekber olan Hazreti Muhammed Mustafa’dır (asm).
Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiye de giymediğinden mezhepler taaddüd etmiştir.
Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası bir mekteb-i âlînin talebesi gibi bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, bir seviyeye girse o vakit mezhepler tevhid edilebilir. Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi mezahib de bir olmaz.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler s. 485)
Bu yerlerin izahı sadedinde Said Özdemir Ağabey’in hazırladığı “Açıklamalı Şafiî İlmihâli”nde şöyle geçmektedir;
“Elhâsıl: insanlar bir seviyede bulunmadıklarından ve bir içtimaî hayat tarzında gitmediklerinden mezhepler teaddüt etmiştir.”
(Said Özdemir, Açıklamalı Şafiî İlmihâli, s.
Yani insanların seviyeleri bir olmadığı ve sosyal hayatları da aynı tarzda olmadığı için, mezhepler bir değil dört olmuştur.
“Eğer beşeriyetin ekseriyet-i mutlakası bir yüksek mektebin talebeleri gibi bir ictimaî hayat tarzını giyse, bir seviyeye girse o vakit mezhepler birleştirilir. Fakat âlemin hâli buna müsaid olmadığı için mezhepler de birleştirilmez.”
(Said Özdemir, Açıklamalı Şafiî İlmihâli, s. 9)
Görüldüğü üzere insanların çoğunluğu yüksek mektebin yani üniversitenin talebeleri gibi bir sosyal hayat tarzını giyse, hepsi bir seviyede olsa; işte o zaman mezhepler birleştirilir. Fakat âlemin hali buna müsait olmadığı aşikardır. Bu yüzden mezhepler de birleştirilmez ve birleştirilemez.
İctihad etme yetkisi olan Bilginler, bir olay hakkında aynı görüşü ortaya koyabilecekleri gibi birbirinden farklı görüşler de belirtebilirler.
İşte, mezhepler, böyle hakkında açık ve kesin hüküm bulunmayan olaylardaki birbirinden farklı yorumlardan meydana gelmiş bulunmaktadır.»
(Lütfi Şentürk -Seyfettin Yazıcı, İslâm İlmihâli, DİB Yayınları, s. 29)
“Kim, Peygambere karşı çıkar ve kendisi için doğru yol belli olduktan sonra mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.”
(Nisa Sûresi, 4. Âyet Meâli) tehdidinden de hissedar olurlar.
Bütün İslâm milleti uzun tarihi boyunca İslâm’ı aynıyla yaşatma imkânını en geniş ölçüde veren müçtehitlerin bu dört imam (İmam-ı A’zam, İmâm-ı Şafi’i, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Hanbel) olduğu üzerinde ittifak edegelmişlerdir.”
Bu imamların yolunu bırakıp insanları mezhepsizliğe davet etmenin “İslâm dinini tehdid eden en tehlikeli bid’at” olduğunu ilâve eder.
(Muhammed Said Ramazan el-Buti, Mezhepsizlik, s. 182)
Dr. Ramazan el-Bûti mezhepsizlik dava edenlere şu iki soruyu sorar:
“Bütün insanları, inşaat işlerinde mühendislere uymaktan vazgeçmeye çağırsan ne olur? İnsanları teşhis ve tedavi hususunda doktorlara tabi olmaktan uzak kalmaya davet etsen ne olur?”
Bu soruya kendisi şöyle cevap verir:
“Hiç şüphe yoktur ki, bunun arkasından gelecek olan şey, insanların ta’mir edeceğiz diye kendi evlerini bile bile tahrip etmeleri, tedavi zannıyla kendi canlarına kendilerinin kıymalarıdır.”
(Muhammed Said Ramazan el-Buti, Mezhepsizlik, s. 192)
Mezhep tanımayanları bu tehlikenin kapısına getiren ve müçtehitlere ittibadan men eden en mühim sebep kendi rey ve düşüncelerini müçtehitlerin görüşlerine eşit, hatta onlardan daha üstün görmeleridir.»
(Mehmed Kırkıncı, Bütün Eserleri-2, İçtihad Nedir?, s. 359-361)
Sefere çıkan iki sahabi, namaz vakti geldiğinde su bulamayınca teyemmümle namazlarını kılarlar. Sonra vakit içinde su bulurlar. Biri namazı iade eder, yeniden kılar. Diğeri ise önceki kıldığını yeterli görür. Dönüşte durumlarını Resûlullah’a sorarlar. Hazret-i Peygamber iade etmeyene “Sünnete isabet ettin”, diğerine de “Sana iki defa ecir var” cevabını verir,
“Sahabelerim yıldızlar gibidir, onlara uyarsanız hidâyete erersiniz.”
(Müstedrek, 1, 286; Sünenü’d-Darimi, 1, 207)
Hadis-i şerifi de bu hakikata işaret etmektedir. Buna binaen herhangi bir insan hak mezheplerden dilediğini tercih edebilir.
Mezhebler arasında farklılık konuları ayrıntı ve muamelat kısmındadır. Dört hak mezhepten birisi “Namaz üç vakittir” diğeri de “Namaz beş vakittir” demez. Hepsine göre de namaz “beş vakittir”.
Farklılık, namazda her rekatta el kalkar mı, kalkmaz mı gibi konulardadır. Hepsinde de oruç farzdır. Ama ayrıntılarda farklılık vardır. Abdestsiz dört mezhepte de namaz olmaz. Ama abdesti bozan şeyler de, birine göre kadına dokunmak bozar, diğerine göre bozmaz. Zekât, dört mezhebe göre de zekât vermek var. Ama farklılık; ziynet eşyasından verilir mi, verilmez mi gibi konulardadır. Yani ana konularda ihtilaf yoktur. Teferruat konularda farklılıklar mevcuttur.
«Allah’a ve Resûlüne itâat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (kuvvetiniz) gider; o hâlde sabredin! Şübhesiz ki Allah, sabredenlerle berâberdir.»
(Enfal Sûresi, 46. Âyet Meâli)
Peygamber’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de itaatten yüz çevirirse aldırma! Çünkü biz seni, onların üzerine bekçi olarak göndermedik. (Nisâ suresi, 80. Ayet)
Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve onlara itaatsizlikten sakının. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize düşen açıkça tebliğ etmekten ibarettir. (Mâide suresi, 92. Ayet)
Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Şâyet yüz çevirecek olursanız bunun zararı sizedir. Çünkü Peygamberimiz’e düşen Allah’ın buyruklarını açıkça bildirmekten ibarettir. (Teğabün suresi, 12. Ayet)
Bu Ayetler, Peygamberimize itaati kesin bir farz ve islamiyetin temeli olarak ilan ediyor. Yani İslamiyet, Kuran ve Sünnet’tir. Çünki Kuran’daki İlahi Emirleri, ibadetleri, hükümleri, Allahın Elçisi izah etmiş, teferruatiyla ve bizzat tatbikatıyla göstererek Sahabelerine ders vermiştir…
Sünnet-i Seniyye ve Peygamberimizin Hadislerini kabul etmeyenler, Islamiyet dairesinin dışına çıkar ve dinsizlik çukuruna düşerler.
Günümüzde Mezhebleri ve Hadisleri kabul etmeyenler, zaten islamiyet dinini de yaşamayan, namaz kılmayan, zekat vermeyen ve diğer ibadetleri terketmiş bir güruhtur…
Çünki namazı doğru kılabilmek için, Hadis, Sünnet ve Mezheb İmamlarımızın (Kuran ve Sünnetten çıkardıkları) içtihadlarına uymak şarttır !
Dr. Ali Kemal Pekkendir