Hayvanatı güden İlham-ı İlahidir, içgüdü veya doğal sevk değil !

HAYVANATI GÜDEN İLHAM-I İLAHİDİR, İÇGÜDÜ VEYA DOĞAL SEVK DEĞİL !

Hem nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatları bildiren, hayvan ise her nevi hâcetlerinin (ihtiyaçlarının) tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-i Rahîm’in vücudunu ihsas eder (varlığını bildirir) ve rububiyetine (terbiye ve idare ediciliğine) işaret eder.
Sözler – 658

Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir (çeşit çeşittir). Meselâ en cüz’îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra, avam-ı nâsın (insanlara gelen) ilhamatıdır. Sonra, avam-ı melaikenin ilhamatıdır. Sonra, evliya ilhamatıdır. Sonra, melaike-i izam (büyük meleklerin) ilhamatıdır.
Sözler – 134

İnsaniyet, iman ile insaniyet olduğunu; insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir.
Çünki hayvan dünyaya geldiği vakit âdeta başka bir âlemde tekemmül etmiş (olgunlaşmış) gibi istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda, bütün şerait-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavanin-i hayatını (yaşam kanunlarını) öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi (iş yapma kabiliyetini) yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.

Demek hayvanın vazife-i asliyesi; taallümle tekemmül etmek (ilimle öğrenerek olgunlaşmak) değildir ve marifet kesbetmekle terakki etmek (bilgi ve eğitimle gelişmek) değildir ve aczini göstermekle meded istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi; istidadına göre taammüldür (çalışmaktır), amel etmektir, ubudiyet-i fiiliyedir (fiili kulluktur).
Sözler – 315

Melek ve beşer ve hayvanatın ilhamları, külliyet ve hususiyet (umumi ve özel olma) itibariyle çok muhteliftir.
Sözler – 367

Evet bal arısının ve hayvanatın ilhamatından tut, tâ avam-ı nâsın (düz insanların) ve havass-ı beşeriyenin (peygamberler, evliyalar ve âlimlerin) ilhamatına kadar ve avam-ı melaikenin ilhamatından, tâ havass-ı kerrûbiyyunun (büyük melaikenin) ilhamatına kadar bütün ilhamat, bir nevi kelimat-ı Rabbaniyedir. Fakat mazharların ve makamların kabiliyetine göre kelâm-ı Rabbanî; yetmiş bin perdede telemmu’ eden (parıldayan) ayrı ayrı cilve-i hitab-ı Rabbanîdir.
Mektubat – 448

Hattâ bir zaman ben, bu hiss-i kable’l-vukuu (bir olay olmadan hissetmek, önsezi), zahirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda “saika” (sevkedici, sürükleyici) ve “şaika” (şevk verici, motive eden) namıyla aynı “sâmia” (işitme) ve “bâsıra” (görme) gibi iki hiss-i âheri (başka hissi, duyuyu) ilmen bulmuştum.
Ehl-i dalalet (dinsizler) ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur (tanınmayan) hislere; -hata ederek- ahmakçasına “sevk-i tabiî” (doğal sevk, içgüdü) diyorlar.

Hâşâ sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlahî sevkediyor.
Meselâ: Kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.

Hem rûy-i zeminin (yeryüzünün) sıhhiye memurları hükmünde ve bedevi hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf (vazifeli) kartal gibi âkilü’l-lahm (et-obur) kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kable’l-vuku (ön-sezi) ilhamıyla ve o saika-i İlahî (Allahın sevkedişi) ile bildirilir ve bulurlar.
Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o saika (sevkedici, gönderici) ilhamıyla döner, yuvasına girer.
Mektubat – 348

Hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar; durmayarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsıyla vurur, âb-ı hayat (hayat suyu, kanı) fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harb (kurmay subay) gibi maharet gösterir.

Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahluka bu san’atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san’atını kim öğretmiş ve nerede öğrenmiş?

Ben, yani bu bîçare Said itiraf ediyorum ki: Eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım; bu san’atı, bu kerr u ferr (vur-kaç) harbini ve su çıkarmak hizmetini çok uzun dersler ve çok müteaddid tecrübelerle ancak öğrenebilirdim.
İşte ilhama mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvanatı bu sineğe kıyas et.
Hattâ nebatatı da aynen hayvanata kıyas edebilirsin.

Evet Cevvad-ı Mutlak (Celle Celalühü), her ferd-i zîhayatın (canlının) eline lezzet midadıyla (mürekkebiyle) ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş. Onunla evamir-i tekviniyenin (yarattığı mahlukatın işlerine ait) programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi’ etmiştir.

Bak o Hakîm-i Zülcelal’e; nasıl Kitab-ı Mübin’in düsturlarından Arı vazifesine ait mikdarını bir tezkerede yazmış, Arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder.
وَ اَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ
âyetinin sırrını izhar eder.
Lemalar – 126

Bütün melaikelere ve insanlara, hattâ hayvanlara gelen umum ilhamlar, bir nev’ kelâm-ı İlahîdir. Bu kelâmın kelimatı elbette gayr-ı mütenahidir (sonsuzdur). Saltanat-ı mutlakanın nihayetsiz cünudunun (ordularının) mütemadiyen aldıkları ilham, evamir-i İlahiyenin (ilahi emirlerin, işlerin) kelimatı ne derece çok ve nihayetsiz olduğunu âyet bize haber veriyor demektir.
Latif Nükteler – 30

Said Nursi r.a.

 
 
 
 
 
 
 
 
 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir