TEVHİD VE MARİFETULLAH DERSİ
Bak, şu Semavatın denizinde yüzen (Uzayda gezen galaksiler, nebulalar vs) ve şu Yeryüzünde serpilen rengârenk varlıklara (dünya üstünde serpili rengarenk çiçekler, meyveler, sebzeler, renk renk taşlar, hayvanat vs mahluklar) ve çeşit çeşit sanat eserlerine dikkat et !
Göreceksin ki; herbiri üstünde Şems-i Ezelî’nin (Sonsuz Hayat sahibi ve Varlıkları günyüzüne çıkartan Cenab-ı Hakkın) taklid kabul etmez turraları, mühürleri vardır. Nasıl Canlılardaki hayat üzerindeki mühür ve imzasından bir-ikisini gördük. Hayat verip canlandırma üstünde dahi öyle mühür ve imzaları vardır.
Temsil, derin manaları anlamayı kolaylaştırdığından bir temsil ile şu hakikatı göstereceğiz.
Meselâ, Güneş, gezegenlerden tut tâ su damlalarına kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve kar’ın parlak zerreciklerine kadar şu Güneş’in ufacık benzerleri ve yansımasından bir mührü, Güneş’e has nurlu bir eseri görünüyor
.
Şayet o hadsiz şeylerde görünen güneşçiklerini, Güneş’in yansımasının tecellisi olduğunu kabul etmezsen, o vakit herbir damlada ve ışığa bakan herbir cam parçasında ve ışığa karşı duran her şeffaf zerrecikte; tabiî, hakikî bir Güneş’in varlığını, aslen orijinal Güneşin bizzat onların içinde var olduğunu kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz bir ahmaklığa düşmen lâzım gelir.
Öyle de: Şems-i Ezelî’nin (Kainatın Güneşi ve varlık sebebi olan Cenab-ı Hakkın) İsimlerinin Nurani Tecellilerinden “ihya” yani “hayat vermek” cihetinde, herbir canlı üstünde öyle bir mührü ve imzası vardır ki; faraza bütün sebepler ve Tabiat toplansa ve hür iradeli birer Fail kesilseler, yine o mührü ve imzayı taklid edemezler.
Zira herbiri birer kudret mucizesi olan Canlıların herbiri o Ezelî Güneş’in şuaları hükmünde olan Esmasının (ilahi İsimlerinin) Odak Noktası suretindedir.
Eğer Canlılar üstünde görünen o harika sanat nakışlarını, o hayret veren hikmet yazılarını ve o Ehadiyet Sırrının tecellisini, Zât-ı Ehad-i Samed’e (Ehad yani tek ve Bir olduğu halde heryerde isimlerinin tecellisiyle hazır ve nazır olan ve Samed yani her şey Ona muhtac, O hiçbir şeye muhtac olmayan Allah Tealaya) verilmediği vakit; herbir Canlıda, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir yaratıcı kudret içinde saklandığını ve herşeyi kaplayan bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir mutlak iradenin onda mevcud olduğunu, belki Vâcib-ül Vücud Allah’a mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek, âdeta o çiçeğin, o sineğin herbir atomuna bir ilahlık vermek gibi dalaletin en eblehçesi, hurafelerin en ahmakçası bir derekeye düşmek lâzım gelir.
Zira o şeyin zerrelerine (atomlarına, moleküllerine), hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki; o zerre, bir parçası olduğu Canlı mahluka bakar, onun nizamına göre vaziyet alır. Belki o Canlının bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in (türün) devamına yarayacak her yerde tohum ekmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır.
Belki o Canlı, alâkadar ve muhtaç olduğu bütün varlıklara karşı davranışlarını ve rızkı ile ilgili ilişkilerini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor.
İşte eğer o Zerre (o Atom veya Tohum), bir Kadîr-i Mutlak’ın memuru olmazsa ve ilişkisi o Kadîr-i Mutlak’tan kesilse; o vakit o Zerreye, herşeyi görür bir göz, herşeyi ihata eden bir şuur vermek lâzımdır.
Elhasıl: Nasıl şu damlalarda ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, Güneş’in yansımasına verilmezse, birtek Güneş’e mukabil sonsuz sayıda güneşleri kabul etmek lâzım gelir.
Saçmalıklarla dolu imkansızlıkları içeren bir hurafeyi kabul etmek iktiza eder.
Aynen bunun gibi, eğer herşey Kadîr-i Mutlak’a verilmezse, birtek Allah yerine sonsuz sayıda belki Evrendeki Atomlar adedince ilahları kabul etmek gibi, yüz derece muhal içindeki bir muhali (imkansızlığı) mevcud kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir.
Elhasıl: Herbir Zerreden (Partikülden) üç pencere, Şems-i Ezelî’nin birliğini gösteren Nura ve şeksiz şüphesiz olan Varlığına açılır.
Birinci Pencere:
Herbir Zerre (atom, partikül); bir nefer gibi askerî dairelerinin herbirinde, yani takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda herbirisinde bir ilişkisi, o ilişkiye göre bir vazifesi ve o vazifeye göre nizamı dairesinde bir hareketi olduğu gibi…
Hem meselâ: Senin Gözbebeğindeki o cansız Zerrecik dahi, senin gözünde, başında, vücudunda ve çoğalma sisteminde, çekim sisteminde, savunma ve bağışıklık sisteminde, şekillenme sisteminde, kan dolaşımı, atar ve toplar damarlar ve sinir sisteminde, hem senin insan türünde birer ilişkisi, birer vazifesi bulunduğunu, apaçık bir Kadîr-i Ezelî’nin sanat eseri ve vazifeli memuru ve Onun idaresi altında olduğunu, kör olmayan göze gösterir.
İkinci Pencere:
Havadaki herbir zerre (molekül, atom), herbir çiçeği, herbir meyveyi ziyaret edebilir. Hem her çiçeğe, her meyveye girer, işleyebilir.
Eğer herşeyi görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlak’ın itaatkar memuru, askeri olmasa, o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihazlarını ve yapılmasını ve ayrı ayrı san’atlarını ve onlara giydirilen şekillerin terziliğini ve yapısındaki ihatalı mükemmel sistemleri bilmesi lâzım gelir.
İşte şu Zerre, bir güneş gibi bir Tevhid Nurunun şuaını gösteriyor. Işığı havaya, suyu toprağa kıyas et.
Zâten canlı herşeyin asıl menşe’leri, şu dört maddedir: Yeni hikmetle (modern fende) oksijen, hidrojen, karbon, azottur ki, bu unsurlar evvelki unsurların eczalarıdır (bitkilerin, hayvanların yapıldığı hammadde ve elementlerdir)…
Üçüncü Pencere:
Zerrelerden bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebatatın (bitkilerin) neşv ü nemasına (yetişip bitmesine) menşe (kaynak) olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebatatın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvanatın nutfeleri (spermleri) gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler (sperm ve yumurtalar) bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, oksijen ve hidrojenden terkip edilmiş, mahiyetçe birbirinin benzeri, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf manevî olarak aslının programı (çekirdekte kromozom içinde DNA Programı ile) yazılmış.
İşte o tohumları nöbetle o kâseye koysak, herbiri hârika cihazlarıyla, farklı şekiller ve vaziyetiyle ortaya çıkacağını, vuku bulmuş gibi inanırsın.
Eğer o zerreler herbir şeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye (ona) lâyık vücudu ve vücudun levazımatını, gereklerini vermeye kâdir ve kudretine nisbeten herşey büyük bir kolaylıkla emrinde ve kontrolünde olan Bir Zâtın memuru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa,
o toprağın herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyveli bitkiler adedince manevî fabrikalar ve matbaalar içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihazları ve şekilleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı, çeşit çeşit varlıklara inşa kaynağı olabilsin.
Veya bütün o varlıklara, ihatalı bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır. Tâ bütün onların teşkilatına, şekillendirip yapılmasına medar olsun.
Demek Cenab-ı Hak’tan ilişkisi kesilse, toprağın zerreleri (atomları) adedince ilahların kabul edilmesi lâzım gelir.
Bu ise bin defa muhal içinde muhal (en saçma imkansızlık) bir hurafedir.
Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasılki büyük bir sultanın basit bir neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir.
Öyle de; Ezel ve Ebed Sultanı’nın emriyle, bir sinek bir Nemrud’u yere serer, bir karınca bir Firavun’un sarayını harab eder, yere atar. Bir incir çekirdeği, bir incir ağacını yüklenir.
Hem herbir Zerrede, herşeyin Sanatkârı ve Ustası olan Allah’ın varlığına ve birliğine iki sadık şahid daha var :
Birisi :
Herbir zerre, sonsuz derecede güçsüz olmasıyla beraber pek büyük ve çok çeşitli vazifeleri kaldırıyor ve cansızlığı ile beraber umumi bir şuur gösteren genel düzene ve ahenge uygun hareket eder.
Demek herbir zerre, acizlik diliyle Kadîr-i Mutlak’ın şüphesiz ve kesin varlığına ve evrendeki düzeni gözetmesiyle Allah’ın vahdetine (birliğine) şehadet eder.
Evet herbir Canlıda, biri Ehadiyet sikkesi, diğeri Samediyet turrası bulunuyor.
Zira bir Canlı, ekser kâinatta tecellisi görünen Esmayı (Kainatta tecelli eden, yansıyan İlahi İsimleri) birden kendi aynasında gösteriyor. Âdeta bir odak noktası hükmünde, Hayy-ı Kayyum’un ism-i azam tecellisini gösteriyor.
İşte Cenab-ı Hakk’ın Zâtının Ehadiyetini, Muhyî (hayatı veren) perdesi altında bir nevi gölgesini gösterdiğinden, bir Ehadiyet mührünü taşıyor.
Hem o Canlı, bu kâinatın ufaltılmış bir örneği ve yaratılış ağacının bir meyvesi hükmünde olduğu için, kâinat kadar ihtiyaçlarını birden kolaylıkla küçücük hayat dairesine yetiştirmek, Samediyet turrasını gösteriyor.
Yani o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki; ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve herşeyin yerini tutar bir nazarı var. Bütün herşey, Onun bir teveccühünün yerini tutamaz.
Hem o hal gösteriyor ki : Onun O Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmez. İşte Samediyetin gölgesini gösteren bir nevi turrası…
Demek herbir Canlı varlıkta; bir Ehadiyet sikkesi, bir Samediyet turrası vardır. Evet herbir Canlı varlık, Hayat lisanıyla KUL HÜVALLAHU EHAD. ALLAHUS SAMED okuyor.
Bu iki sikkeden başka, birkaç mühim pencere de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada kısa kesildi…
Madem şu kâinatın herbir Zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve Hayat dahi iki kapıyı birden Varlığı şüphesiz ve kat’i olan Allahın Birliğine açıyor. Atomdan Güneşe kadar varlıkların tabakaları ve alemleri, Yüce Allahı bilmek ve tanımak olan Marifetullah Nurlarını ne şekilde neşrettiğini kıyas edebilirsin.
İşte Marifetullahta manevi yükselmenin derecelerini ve huzurun mertebelerini bundan anla ve kıyas et.
(Said Nursi Hz’nin Sözler kitabından ilham alınarak hazırlanmıştır. Ve Ateist-Deist grubunda ve Evrenin Sırrı grubunda neşredilmiştir).
Dr. Ali Kemal Pekkendir
ODTÜ Makina-82, Birmingham Uni-99
Akpekkendir@yahoo.com
