Allah’ın varlık ve birliğine
ONUNCU BÜRHAN
Gel, ey bir parça insafa gelmiş arkadaş ! Onbeş gündür biz buradayız.
(Haşiye-17): Onbeş gün, sinn-i teklif (imtihan, teklif başlama yaşı) olan onbeş seneye işarettir.)
Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, Padişahını tanımazsak; cezaya müstehak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zira onbeş gün (güya bize mühlet verilmiş gibi) bize ilişmiyorlar.
Elbette biz başıboş değiliz. Bu derece nazik (ince, dakik) san’atlı, mizanlı (ölçülü, dengeli), letafetli, ibretli masnular (sanatlı mahluklar) içinde hayvan gibi gezip bozamayız, bize bozdurmazlar.
Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir.
O zât ne kadar kudretli, haşmetli bir zât olduğunu şununla anlayınız ki:
Şu koca âlemi, bir saray gibi tanzim ediyor (düzenliyor), bir dolap (su değirmeni, yel değirmeni) gibi çeviriyor.
Şu büyük memleketi; bir hane gibi, hiçbirşey noksan bırakmayarak idare ediyor.
İşte bak, vakit be-vakit bir kabı doldurup boşaltmak gibi; şu sarayı, şu memleketi, şu şehri kemal-i intizamla (mükemmel düzenle) doldurup, kemal-i hikmetle (mükemmel gaye ve maksadlarla) boşalttırıyor.
Bir sofrayı da kaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa, çeşit çeşit sofralar, bir dest-i gaybî (gizli el) tarafından kaldırır, indirir tarzında mütenevvi (çeşit çeşit) yemekleri sıra ile getirip yedirir.
(Haşiye-18): Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne (yeryüzüne) işarettir ki; yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten (Allahın rahmet mutfağından) çıkan Rahmanî sofralar serilir, değişirler. Herbir bostan bir kazan, herbir ağaç bir tablacıdır.)
Onu kaldırıp başkasını getirir. Sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde hadsiz sehavetli (cömert, zengin) bir kerem (ikram edicilik) var.
Hem de bak ki, o gaybî zâtın (görünmeyen Sultanın) saltanatına, birliğine bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakikî perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılablar, bu tahavvülâtlar (değişimler ve başka hallere girmeler) o Zâtın devamına, bekasına (hayatının daimi olduğuna) şehadet eder.
Çünki zeval bulan (ölüp biten) eşya ile beraber esbabları (çevrelerindeki sebebler) dahi kayboluyor. Halbuki onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor.
Demek o eserler, onların değilmiş; belki zevalsiz (sönmeyen, ölmeyen, bitmeyen) birinin eserleri imiş.
Nasılki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki; onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir.
Öyle de: Bu işlerin sür’atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki; zevalsiz daimî Bir Tek Zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır.
Sözler – 287
Bediüzzaman Said Nursi r.a.
(Parantez içindeki lügatler ve izahlar bana aittir)
Dr. Ali Kemal Pekkendir
ODTÜ Makina-82, Birmingham Uni-99
