SÜNNET (Hitan) OLMAKTAKİ HİKMETLER :
Erkek üreme organının uç kısmında bulunan deri parçasının kesilmesine sünnet veya hitan denir.
Kur’ân’da “Sünnet” (hıtan) ile ilgili bir âyet bulunmamakla birlikte, Müslümanlığın simgesi olarak kabul edilmiştir. Geçmişi Hz. İbrahim’e kadar varan bir uygulamadır.
Sünnet, Hz. İbrahim’in seksen yaşlarında kendine tatbikiyle başlamıştır. Bir rivayete göre İbrahim (a.s)’ın Kur’ân’da sözedilen bazı kelimelerle sınanması (el-Bakara, 2/124) temizliğe dair sorularla olmuştur. Bunların vücûda dair olanları “sünnet olmak, koltuk altı ve kasık kıllarının kesilmesi, su ile istinca ve tırnakların kesilmesi” gibi hususlardı.
Sünnet olmak insanın fıtratından kaynaklanmaktadır: “Doğuştan insan ruhuna yakışan” hususlardan bir kısmı şunlardır:
Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, dişleri fırçalamak, buruna su çekmek ve temizlemek, Bıyıkları kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak.”
(Buhâri, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahare, 49; Ebu Davud, Tereccül, 16; Tirmizi, Edeb, 14).
Başka bir Hadisde şöyle denilmektedir:
“Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim’dir.” (Muvatta, Sıfatu’n-Nebî’, 4).
Sünnet olmak ondan sonra bütün Peygamberlerde ve onlara uyanlarda devam etmiş, Peygamberimiz (s.a.s) peygamber olarak gönderilinceye kadar sürüp gitmiştir. Peygamberimiz (s.a.s) bir başka Hadislerinde şöyle buyuruyorlar:
“Dört şey var ki, bunlar Peygamberlerin sünnetlerindendir :
Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak (diş fırçalamak) ve evlenmek.”
(Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned,).
Rivayete göre, Peygamberlerin bazıları sünnetli olarak dünyaya gelmişlerdir. Bunların sayısı 17 kadardır. İmam Suyuti bunlardan bir kısmını bir şiirle ifade etmiştir. Bunlar Adem, Şit, Nuh, Sam, İdris, Musa, Salih, Lut, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya ve Hz. İsa (a.s)’dır. Şiirin sonu “Hatem”le biter ki maksat Hz. Peygamber (s.a.s)’dir. Hz. Peygamber (s.a.s)’in ya sünnetli doğduğuna dair (bk. İbn Haldun, Mukaddime, İstanbul 1970, II / 400; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, İstanbul 1972, I / 59). Bazı rivayetlere göre ise doğumunun yedinci gününde dedesi bir ziyafet vererek onu sünnet ettirmiştir.
İslam öncesi Arabistan’da sünnet bir Hijyen tedbiri olarak düşünülmüştür (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1973, s. 291).
Araplarda sünnet bir temizlik ve güzelleşme operasyonu olarak kabul edilir. Bundan dolayı sünnet karşılığında “taharet” kelimesi de kullanılmaktadır (Karslızade Cemalettin, Me’debetül-Hıtân, İstanbul 1252 H., s. 7).
Atası Hz. İbrahim’in bu güzel geleneğini Hz. Peygamber (s.a.s) de devam ettirmiştir.
“O, sünnet hükümdarı.” olarak anılmıştır. Buhârî’nin vahyin başlangıcına dair kitabında Şam piskoposu İbnu-Natur’un bir ifadesine yer verir. Buna göre yıldızlara bakarak kehanette bulunmada mâhir olan Bizans Kralı Heraklius bir gece “hıtan melikinin zuhur ettiğini görür. Tam bu sıralarda Hz. Peygamber’in elçisi kendisine gelmişti. Elçinin kendisi de sünnetli idi”. Olay sünnetin İslam’ın ilk müesseselerinden biri olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s), ileri yaşlarda Müslüman olanlara, seksen yaşlarında da olsalar
“Üzerinizdeki (İslâm’ın hoşlanmadığı) fazla kılları temizle, traş et ve sünnet ol.” buyururdu (Kenzul-Ummâl, I, 263).
Usaym b. Kelib’in babasından, onun da dedesinden naklettiği rivâyete göre, dedesi demiş ki:
“Peygamberimiz (s.a.s)’e geldim ve İslamiyeti kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdular:
“Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol.” (Ahmed İbn Hanbel, III / 415; Ebu Davud, Tahare, 129).
Sünnet olayı, “Faydası, duyulan acıdan fazla olursa caizdir” şer’i kaidesine dayanmaktadır.
Sünnetin hangi yaşlarda yapılacağına dair ortak bir görüş yoktur. Bölgelere göre yedi günlükten on üç yaşına kadar değişmektedir. Çocukların büluğa ermeden sünnet ettirilmeleri babalarının bir vazifesidir. Hz. Peygamber (s.a.s) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmişti.
Çocuk büluğa erdiğinde şeriat hükümleriyle yükümlü bulunacak, ilahî buyruklara göre amel etmekle emrolunacaktır. O halde bu çağa henüz girmeden sünnet olmalı, sünnetli bir şekilde mükellef düzeyine gelmelidir. Böylece ibadeti, İslam’ın çizdiği şekilde sıhhat kazanır. Şeriatın belirttiği ölçüde dosdoğru olarak gerçekleşir.
Fakat velinin görevi, çocuğun sünnetini, onun doğumunun ilk günlerinde yerine getirmesi, düşünmesi ve böyle yapmanın daha uygun olduğunu bilmesidir. Böylece çocuk kendini tanımaya başlayıp temyiz çağına geldiğinde kendisini sünnet olmuş bulur. İleride bundan ötürü kendi kendisini hesaba çekmez. İçinde herhangi bir üzüntü ve ürküntü bulunmaz. Gerçekten çocuk akletmeye başlayıp eşyayı asıl anlamıyla anlamayı idrak edince, kendisini sünnet engelini aşmış olarak görmesi güzel ve kolay bir hava oluşturur.
Hattabî de; “Sünnet olmak fiili her ne kadar öteki sünnetler arasında sayılıyorsa da ilim adamlarından bir çoğuna göre vacibtir.
Çünkü sünnet olmak hem dinin ve hem dindarlığın şiarıdır. Müslüman kimsenin kafirden ayırdedilmesi buna bağlıdır.
Savaş alanında öldürülenler arasında sünnetli bir kimseye rastlanılırsa, diğeri de sünnetsiz bulunursa, böyle bir durumda sünnetli kimse üzerine namaz kılınır, defni sağlanır. İslam kabristanına gömülür.” demektedir.
Zira Araplar zaten kesinlikle sünnet olmakta idiler. Diğer taraftan Yahudilere gelince, bunlar da kesin olarak sünnet olurlardı. Hrıstiyanlara gelince onlardan bir grubu sünnet olurken, diğer bazıları da olmazdı.
İslam dinini kabul eden herkes, ister puta tapan Arap olsun, ister Yahudi, ister Hrıstiyan olsun, İslâmî prensiplerden birinin sünnet olmak olduğunu bilirdi. Bunu bildiği için de İslam dinini kabul ettikten hemen sonra boy abdesti aldıkları gibi sünnet olurlardı.
Yukarıda Useym b. Kelîb’in dedesinin Peygamberimiz (s.a.s)’e gelerek, “Kesin olarak İslâmı seçtim, Müslüman oldum.” deyince, Rasûlüllah (s.a.s) kendisine; “O halde küfrün kıllarını kendinden temizleyip at ve sünnet ol.” buyurması ve Zührî yoluyla rivayet olunan; “Kim İslâm’a girerse, yaşlı da olsa sünnet olsun” anlamındaki hadis, bu hükmü pekiştirmektedir.
İslam hukuk otoritelerinin sünnet fiilinin gerekli bir ibadet olmasındaki sebep ve illetleri şöyle göstermişlerdir:
Sünnetsiz kimse abdestini ve namazını bozmaya kendisini arzetmiş olur. Çünkü kesilmedik kalan deri, cinsel organının baş kısmını tümüyle kapatmaktadır. İdrar altına girince onu temizlemek hayli güçtür. Böyle bir durumda sağlıklı bir temizlik ancak sünnet olmaya bağlıdır.
Bundan ötürü gerek selef alimleri (öncekiler) olsun gerekse halef alimleri (sonrakiler) olsun bir çokları sünnetsiz kimsenin imamlığını uygun görmemişler ve yasaklamışlardır. Fakat tek başına kıldığı namazlarda ise, devamlı idrarı damlayan kimse gibi özür sahibi sayılır.
Sünnet olayının, tıb ilminin ilerlemesiyle hikmet değeri daha iyi anlaşılmıştır. Erkeklerin sünnet olmadığı toplumlarda, eşlerinde rahim hastalıkları oranı, sünnet olan toplumlara göre çok daha fazladır.
Sünnetin dini açıdan büyük hikmeti olduğu gibi, bir çok sağlıkla ilgili yararları da vardır. Bilim adamları ve özellikle tıp doktorları bunun olumlu sonuçlarını belirtmişlerdir.
* Sünnet fıtratın yani yaratılışın esasıdır. İnsanın doğuştan buna ihtiyacı vardır. İslamın bir prensibi ve şerîatın da ünvanıdır.
* Sünnet, Rabbimizin Hz. İbrahim (a.s)’in diliyle meşru kıldığı, hakka yönelik dinin tamamıdır. Yani bunun tamamlayıcısıdır. Bu öyle bir dindir ki, kalbleri tevhid, birlik ve iman boyasıyla boyamış, bedenleri fıtratın özellikleri olan “sünnet olmak, bıyık kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altındaki kılları gidermek” gibi özelliklerle bezemiştir.
Rabbimiz şöyle buyuruyorlar:
“Sonra da Biz, Hanif olan, müşriklerden olmayan İbrahim’in dinine uy, diye sana vahyettik.” (Nahl, 16/23).
Bir diğer âyette de şöyle buyurulmaktadır;
“Allah’ın dini boyası ile boyandık. Boyası Allah’dan daha güzel kim vardır? Biz ancak O’na ibadet ederiz.” (Bakara, 2/138).
Sünnet, Müslümanı, kafirlerden, ateistlerden, müşriklerden ayırır.
(Şamil İslam Ansiklopedisi)