Ey arkadaş ! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalalettedir, küfür ve inkar yolundadır.
Bunun izahı ise : bir şahıs, Sonsuz Kudret tarafından, yokluk karanlıklarından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar.
Bir lütuf ve güzel bir hayat beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belalar hücum etmeye başlarlar.
Bir meded, bir yardım için tabiata ve sebeblere baktığı vakit, katı bir kalble, merhametsizlikle karşılaşır.
Gökteki Yıldızlardan yardım istemek üzere başını havaya kaldırır. O yıldızlar, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar.
Bakar ki, hayatî ihtiyaçları bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün korkuya kapılarak hemen kulaklarını tıkar, vicdanına sığınır, bakar ki:
Vicdanı, binlerce emeller ve arzular ile dolu, gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir.
Acaba hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, geldiği yeri ve döneceği yeri bilmez ise, Yaradana ve Tekrar Diriliş ile ebedi bir hayata itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?
Evet o bîçare adam, korku ve titremekten, acizlik ve dehşetten, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle ümitsizlikten oluşan bir vaziyet içinde olup kudretine bakar, kudreti âciz ve noksan..
İhtiyaçlarına bakar, kurtulunacak bir durumda değildir. Çağırıp yardım istese, yardımına gelen yok.
Herşeyi düşman, herşeyi garib görür. Dünyaya geldiğine bin defa pişman olur, lanet okur.
Fakat o şahsın sırat-ı müstakime yani doğru yola girmekle kalbi ve ruhu iman nuruyla ışıklanırsa, o karanlıklı evvelki vaziyeti nuranî bir halete dönüşür. Şöyle ki:
O şahıs, hücum eden belaları, musibetleri gördüğü zaman, Cenab-ı Hakk’a istinad eder, dayanır, rahatlık bulur.
Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden arzu ve emellerini, istidadlarını düşündüğü zaman, sonsuz bir saadeti tasarlar.
O ebedi saadetin hayat suyundan bir yudum içer, yani müjdesini dinleyince, kalbindeki emellerini teskin eder.
Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar; herşeyle dostluk kurar. Yine o şahıs, gökteki yıldızlara bakar; hareketlerinden dehşet değil, ahbablık ve güvenlik hisseder.. ve onların o hareketlerini, ibret ve hayranlıkla tefekkür eder.
Yine o şahıs, galaksiler ve yıldızlar ve meteorlar ile öyle bir tanışıklık kazanır ki, hangi yıldız veya meteora bakarsa baksın, onlardan:
“Ey arkadaş! Bizden korkup ürkme ! Hareketlerimizden korkma! Hepimiz aynı Yaradan’ın memurlarıyız”
diye, dostane ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.
Hülâsa: O şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o dehşetli ve vahşetli ve korkunç şiddetli elemlerden kurtulmak için teselliler ile duygularını ibtal ve sarhoşlukla o halleri unutmak ister.
İkinci haletinde ise, ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanını tahrik edip ruhunu hislendirdikçe, o saadetler ziyadeleşir ve ona dünyada dahi manevî Cennetlerin kapıları açılır.
اَللّٰهُمَّ بِحُرْمَةِ هٰذِهِ السُّورَةِ اجْعَلْنَا مِنْ اَصْحَابِ الصِّرَاطِ الْمُسْتَق۪يمِ اٰم۪ينَ
Allahım, bu Fatiha Suresi hürmetine, bizleri Sırat-ı Müstakim / Doğru Yol Ehlinden eyle ! Âmin….
(Bediüzzaman, İşarat-ül İ’caz’dan ilhamen..)
Evrenin Sırrı ve Ateist Sitelerinde paylaşıldı…
